Sekâhum ya Hüseyn

Bism-i Hu, Allah Allah!.. Selâmullah ya Hüseyn… Şehidullah ya Hüseyn… Cennetullah ya Hüseyn…. Erenler himmetine, er Hak Muhammed Ali’nin aşkına… İmam Hüseyn Efendimiz’in savm-ı atşanına (susuzluk orucuna) ve Kerbela’da şehid olanların ervah-ı tayyibelerine ve niyet-i matem Hz. Fatıma Zehra’nın şefaatine hu diyelim huu…

… Kerbela’da şehit olanlar gerçekten şehit oldular, şahit oldular. Onlar o gün Kerbela’da, hakikat adına, hak adına, mevki ve makama dair esirlik bağlarını kopardılar, dünya ve masivaya ait zincirlerini kırdılar. Seher-i hilafete uyanmak yerine tam da bu günlere mümasil şeb-i arusa girdiler.

İmdi ey kardeşler, bizim, onlara kuru göz yaşı akıtmaktansa yiğitliklerine gıpta ederek kendimize çeki düzen vermemiz; susuzluklarına yanmak yerine devlet sarayına uçup gittiklerini düşünüp ibret almamız da gerekmez mi? Onların şu anda Sultanlar Sultanı’nın huzurunda, saraylar sarayında güzelliklerden güzellikler içinde olduklarından şüphemiz mi var yoksa!?

Ve ey kardeşler! Gelin bu gün Hüseyin’e yas tutalım. İlla ki gelin kendimize de yas tutalım. Gaflet uykusundan açalım gözlerimizi ve akıtacak damlalarımız varsa, kendi halimize ağlayalım. Viraneye çevirdiğimiz gönlümüze, harap ettiğimiz gönüllere, duruluğunu bulandırdığımız sulara, güzelliğini bozduğumuz tabiatlara, masumiyetinden çıkardığımız ruhlara, yaktığımız canlara, zindana çevirdiğimiz dünyaya, bozduğumuz barışa ağlayalım!.. Sünni’den ve Alevi’den, kim bu gün kendine eziyet etmek, elbise yırtmak istiyorsa artık nefsine eziyet etsin, kendi nefis elbisesini yırtsın!

Sekâhum ya Hüseyn!.. 

Küfrân-ı Nimet

Ey mânâ sofrasının misâfiri can,
…Nihâyet o gün (dünyâda faydalandığınız) nîmetlerden elbette ve elbette hesâba çekileceksiniz. [Tekâsür, 8]

Gül-i gülzâr-ı kelâm-ı kadîm
Bismillâhirrahmânirrahîm

Yâ İlâhi başlayalım İsm-i Bismillâh ile
Bu duaya el açalım İsm-i Bismillâh ile
Sen kabul eyle duamız Besmele hürmetine
Aşkını eyle müyesser yâ İlâhe’l-âlemin

Serlevha olsun deyu nakşettiğimiz ayet-i kerime nâzil olduğunda Zübeyr (r.a) Hz. Peygambere: “Bize hangi nimetler sorulacak: Bütün yiyeceğimiz iki kara şeyden (hurma ve su) ibaret. Kılıçlarımız ise her zaman yanımızda (sürekli tehlike içindeyiz) diye sorunca: “Haberiniz olsun ki ileride, nail olacağınız birçok nimetler olacaktır” buyurmuştun ya: El-hak öyledir nice nimetlere gark olduk da kıymetini bilip şükrünü edadan aciz düştük, senin nimetlerini yiyip sana isyankâr olduk diye affına geldik…

Bilmemki hangi nimetini sayarak başlasak… Daha 14 asır evvelinden, gözünün nuru emanetlerin, Ehl-i Beyt’in ilk nazlı çiçekleri, öpüp kokladığın reyhanları, Fatıma’t-üz Zehrâ’nın körpecik fidanlarına küfranı nimet eyledik, koruyamadık, böyle bir Mâh-ı muharrem-i mâtem’de bahar-ı gülşen-i gâm eyledik…

Gözüm ki kâne boyandı şerâbı neyleyeyim
Ciğer ki odlara yandı, kebâbı neyleyeyim
Ne yâre yaradı cismim ne bana bilmem hiç!
İlâhi ben bu bir avuç turâbı neyleyeyim
[265. Mestmp3]

İşte ahval-i perişanımıza Hazreti Saffet’in bu nutku şerifi pek muvâfık düştü.

Bu dünya hayatı bir rüyaya benzer. Rüyada yersin, içersin, zengin olursun, uyanınca bakarsın ki elde bir şey yok, yine açsın, yine züğürt… Rüyadaki oyun ve eğlencelere pek yaman aldandık el-medet… Ten kafesinden ayrılanlar, el-aman nerdesiniz?

Aşkın kime yâr olur dâim işi zâr olur
Dinmez gözünün yaşı yanar içi nâr olur

Kanatları henüz teşekkül etmemiş bir kuş yavrusu, uçmaya kalkışacak olsa düşer ve yırtıcı bir kedinin lokması olur… Kanatları teşekkül edince de yükseklere zahmetsizce uçar. Yükselerek uçmayı öğrenen bir kuş, hedefe ulaşamazsa da topraktan kurtulmayı öğrenmiştir ya. Sen de rûhunu bedenden kurtarıp uçmayı öğren. Gördüğün renkler, şekiller, tattığın lezzetler, zevkler sana kalmaz. Bütün gönül darlıkları dünyaya bağlandığın nisbettedir. Bunları düşünüp anladığın gün, gam ve üzüntün kalmayacaktır! [Hz. Pir Mevlana]

Bu vesile ile size ufak bir hikâye, bir hikmet levhası arz edeyim: Bir avcı av peşinde koşar, yorulur ve nihayet avını yakalar. O, ben kovaladım, yakaladım, vurdum der durur. Av da ona sesleniyor: “Be hey şaşkın, ben Rabbimden emir aldım da sana gözüktüm. Yani sen beni avlamadan evvel ben seni avladım; senin evinde namazında niyazında bir kadın var onun canı keklik yani beni istedi. Ben de kendimi ona kurban ediyorum.”

Bir kul istediği şeyi kendi aklınca ister amma Cenab-ı Allah verdi mi kendi azameti nispetinde verir. Kulun çok farz ettiği şey Hakkın nazarında ehemmiyetsizdir. Her şeyi bırak O’na teslim ol!

Bilmem bu haftaki şu kadarcık mektubun neresindedir nasibiniz amma kısmet işte bize sözü bu taraftan yazdıran da o taraftan okutan, ihtiyaç sahibine duyuran da ancak O!

Leyla’yı aşkın senin her kimi Mecnun eder
Firkat oduna yanup her gece bima
̂r olur

Sabah olunca bekçiler sokaklardan çekilirler, Siz azımızı çoğa sayın emi; yüksek müsaadelerinizle…

“Yarın, öbür gün” diye diye şu yankesici nefis, ömürleri aşırır durur. Zavallı insan, senin bütün ömrün ancak bugünkü yaşadığın ömürdür, başka gün degil! Geçip giden dünü de gelmesi şüpheli olan yarını da düşünme! Bugününü iyi kullan, dînî ve insanî vazifelerini bugün yap, yarına bırakma, aklını başına al da hileci nefsin vadesine inanma! Benlikten, varlıktan kemerini çöz, bunlardan kendini kurtar da, hizmet kemerini kuşan, sana yabancı olan nefisten uzaklaş! Göklerdeki, yerlerdeki eserlerde görülen değişmeyi, halden hale girmeyi görmüyor musun? Sen de ibadetle, insanî vazife ile kendini yenile! Bugünün dünkü gününden daha iyi olsun! [Hz. Pir Mevlana]

Rabbimiz bizleri kendisine yaklaştıracak her vesîleyi lâyıkıyla değerlendirebilen, basîret, firâset ve gayret ehli kullarından kılsın. Üzerimizdeki vakt-i şeriflerin değerini bilip israftan uzak bir ömür sürerek, iç ve dış âlemimizde dengeyi tesis edebilmemizi ve lutfettiği zaman nîmetini hayr u hasenâtla tezyîn edebilmemizi cümlemize nasîb eylesin!

Âmîn bi hakkı Bismillahirrahmanirrahim ve bi hakkı ehl-i beyt ve bi hürmeti nuru cemali seyyidil murselin El-fâtiha

Muhabbet-i Ehli beyt-i Mustafa üzerlerimize sâyebân,
Vakt-i şerif, sebeb-i gufran, aleme bayram olan Cuma,
Mah-ı matem olan Muharrem-i Haram,
ömür ve şahsiyetlerimiz, ahir ve akibet,
zahir ve batınlarımız hayrola,


Aşk ola, aşk ile dola, Aşkullah,
Muhabbettullah, Marifetullah,
Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola erenler

Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,
sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .

Sözü çok olanın, yalanı dahi çok olur imiş;
Yüksek müsaadelerinizle

Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin
Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da
huzur bulasınız efendim

Kerbelayı aşk içinde

Can dostlar,
Allâh Teâlâ’yı, sizi nîmetleriyle perverde kıldığı için sevin. Beni, Allâh’ı sevdiğiniz için sevin. Ehl-i Beyt’imi de beni sevdiğiniz için sevin! [Tirmizi, Menâkib, 3789]

Şah Hüseyn’in firkatine ağlayan gelsin beri
Âh u vah edip dem â dem ağlayan gelsin beri
Ey Fuâdî hal ile irşad olan gelsin beri
Ah Mevlam dost Hüseynim, dost Şehid-i Kerbela

“…Efendi’nin rahatsız olduğu son zamanlarında ilacını almak için, bir candan su ister. Kardeş çokta iyi tanımadığı mutfağa koşar, güzel bir bardak arar. Sonra rafların en üstünde duran kristallerin arasından güzel bir bardak çıkarır ve Efendi Hz.’lerine suyu ikram eder. Efendi Hz.’leri “Oğlum bu hangi ay? Bu bardağı götür içi görünmeyen bir kapta su getir” buyurur ve öyle yapılır…”

Ehli Beyt âşıkları bu ayda kana kana su içmezler, hane-i saadetlerinde su, cam bardaklarda değil Ehli Beyt’e olan saygıdan dolayı şeffaf olmayan porselen yahut metal, plastik kaplarda içilirdi.

Mâh-ı Muharrem oldu meserret harâmdır
Mâtem bugün şeriate bir ihtirâmdır.

Peki o halde biz de zâhirde kalmayalım da Kerbela zulmünün evvelini ve ahirini tetkik edelim: Muaviye (daha hayatta iken), oğlu Yezîd’i veliaht olarak halka kabul ettirmek için çalışmalara başladı. Yaklaşık beş yıl süren çalışma sonunda Yezîd’in veliahtlığı, halkın büyük bir kesimi tarafından benimsendi. Yezîd’in veliaht tayin edilmesine karşı en ciddi muhalefeti gösterenler, Hicâz’daki muhalefetin önemli isimleri olan Hüseyin b. Ali, Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Ömer ve Abdurrahman b. Ebû Bekir (Allah onlardan razı olsun) idi. Bunlar, ilk Müslümanların çocukları olarak, Hz. Peygamber dönemini de idrak eden, yaşadıkları devrin önemli şahsiyetleriydi. Yönetimin gayretleri, Yezîd’in 676 yılında veliaht olarak resmen kabul edilmesiyle sonuçlanmıştır. Biat etmek istemeyen muhalifler, veliahtlık sisteminin Bizans sistemi olduğunu ve Yezîd’in halifeliğe liyakati bulunmadığını ileri sürüyorlardı. Ümeyyeoğulları muhalefetin önemli simalarından birisi olan Hz. Hüseyin (r.a) ve evlad-ı Resul sağ oldukça kendilerinin rahat bir saltanat yüzü göremeyeceğini pek iyi biliyorlardı.

Eğer Hz. Hüseyin, dünyevi çıkar amaçlı savaşmak isteseydi, öyle ise neden kız kardeşlerini, eşlerini ve çocuklarını savaşa götürdü? Anlaşılan o ki, bu yüce insan sırf İslam yolunda savaşmıştır. [Charles Dickens]

Hz. Hüseyin (ra), en değerli yakınlarını feda etmekle ve mazlumluğunu ve haklılığını ispat ederek, dünyaya fedakârlık dersi verdi. İslam’ın bu eşsiz kahramanı dünyaya şu dersi verdi: Zulüm ve haksızlık kalıcı değildir. Zulmün temeli ne kadar gösterişli olsa da, hakkın karşısında yenilmeye mahkumdu. Kerbela’dan sonra, Emevi devletinin ömrü normal bir insan ömrü kadar dahi devam edemedi. Hz. Hüseyin’in(ra) şahadetiyle, onların devletinin yıkımı arasında, sadece altmış küsur sene vardır.

Bu mâtemde olan derd- ile hicrâna devâ olmaz,
Bu, feryâd-ı Hüseyni’dir, dahi uşşak nevâ olmaz,

Hz. Hüseyin (r.a), o yüce kişiliği ve her insanı büyüleyen o çarpıcı karakteriyle, insanlığa gerçek bir hürriyet mücadelesinin nasıl verilmesi gerektiğini, kendisinin ve en aziz kimselerinin canı ve esareti pahasına öğrettiği için, elbette ki insanlığa örnek olacak ve zulme boyun eğmek istemeyenler, kıyamete değin onun izinde yürüyerek şeref ve kurtuluşu tadabileceklerdir.

Kerbela gününden beri dinmeyen bir ağıt vardır mü’minlerin gönlünde… Bir yara… Bir sancı… Bir fay hattı, bir uçurum…

Bir de ders olsa keşke…

Neleri nasıl unutuyor insanlar, gözleri ve gönülleri kararınca… Neleri nasıl çiğniyor… Peygamber emanetine kılıç çekmek… Bu nasıl bir şeydir! Ve Peygamber (s.a.)’in ahirete irtihalinden sadece yarım asır sonra… Peygamber neslinin henüz yeryüzünden çekilmediği bir zamanda! Nasıl bir şey! Bir ders! İktidar hırsını, kabile-kavim asabiyyetini Müslümanlığının, mukaddes değerlerinin, Peygamber hatırasının önüne geçirmemek için iz’an…

Sîne sûzan, dîde giryân kalbi nâlandır bu an
Ya Rab bizi dûr eyleme evlâd-ı Ali’den
Nusret bulayım dem be dem imdâdı Ali’den
Meydân-ı muhabbetteki feryâdı Ali’den

Canlar! Muharrem’in hatırına muhabbeti kîne katmayıp, kîni muhabbette eritmeli… Çünkü kin parçalayıp kesret üretirken, gönüllerde Tevhîd’i inşâ etmenin muhabbetten gayrı yolu yok!

Hz. Hüseyin efendimizin başına gelen, yüreklerimizi sızlatan o acı hadiseleri, gönüllerimizde hissederek devamlı onun sevgisinin artmasına ve âhirette şefaatına vesile olmasını Rabbimizden niyaz ederiz. Mevlam hanedanı-ı ehli beyte yapılan zulumden razı olmadığımız şu aciz hali öylece kabul buyursun.

Ya ilâhî, Şühedayı Kerbela hürmetine, onların başlarını verdikleri mânevi değerlere sahip çıkmayı, halleriyle hallenmeyi, Muharremin sırrı hikmetini idrâk etmeyi cümlemize nasip eyle, bizleri yeryüzündeki Hüseyin’lerin yardımcılarından eyle. Zulme maruz kardeşlerimizin üzerine sabır yağdırıp, dertlerine hiç ummadıkları yerden derman eriştiriver. Amin ya Mûin.

Yâ Rabbî, Gönüllerimize Peygamber Efendimiz’in, Ehl-i Beyt’inin, güzîde ashâbının ve onların izinden giden Hak dostlarının rûhâniyetlerinden hisseler ihsân eyle!

Ya Resulallah, aşk ile şehadete gidenlere ve gidenlerin ardında bıraktığı mahzun ümmetine Şefaat eyle Allah aşkına..

Âb-ı rûy-ı Habib-i Ekrem için,
Kerbelâ’da revân olan dem için,
Şeb-i firkatte ağlayan göz için,
Rah-ı aşkında sürünen yüz için,
Mâsivâ-yı aşkının sevdâsını gönlümüzden al,
Aşkını eyle iki âlemde bize âşinâ ya Rab

Şefaat-i Habib-i Kibriya, Muhabbet-i Ehli beyti Mustafa
Sırrı Mânayı Şehid-i Kerbala üzerlerimize sâyebân,
Vakt-i şerif, Aleme bayram olan Cuma,
ömür ve şahsiyetlerimiz, ahir ve akibet,
zahir ve batınlarımız hayrola, aşk ola, aşk ile dola,
Aşkullah, Muhabbettullah, Marifetullah,
Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola erenler

Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,
sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .

Sözü çok olanın, yalanı dahi çok olur imiş;
Yüksek müsaadelerinizle

Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin

Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da
huzur bulasınız efendim