Murat Aydemir
Hak’tandır o, reddetme
Ey insanoğlu,
Sana güzellikten her ne şey nâsib olursa şüphesiz Allah’tandır. Ve sana kötülükten her ne şey isabet ederse kendi nefsindendir… [Nisâ, 79]
Bir şeyi murâd etme,
Olursa inad etme,
Hak’tandır o reddetme,
Mevla görelim neyler,
Neylerse güzel eyler…
Cümle işler Hâlik’ındır, kul eliyle işlenir.
Hakk’ın emri olmayınca sanma bir çöp deprenir
Her sohbet bir vuslattır ve bizler bu vuslatın neşesiyle mestiz; gerçi bu satırların yazarının idrak ve temsil kıtlığı sebebiyle, irfan ve hikmet cevherleri siz güzelim canlara nakletmede kusurluyuz lâkin “Her zerrede bir nur, her katrede bir zuhûr vardır” müjdesi ile teselli bulmaktayız.
Her Cuma, ber vech-i mûtad, evladımızı da alıp Harem-i pâkinde, Kabe-i Muazzama’da cem oluruz. Bir safa dahil olduktan sonra sağ baştan 18. Candan başlayarak nezri Mevlana niyetine gül kokuları ikram eyleriz. Yine böyle bir hafta mahdumumuz daha ilk gül sunduğu cemaatten haşin bir red cevabı alıp geri çevrilince, pek bir kırılıp, gücendi, mahzun oldu. Onu mesrur eylemek için bir suretini çektiysek de nâfile…
Haftanın mestmp3’ü bu meyanda Dede Efendi’nin Şehnaz bir bestesi oluverdi: Sana ey cânımın cânı efendim, kırıldım, incindim, gücendim [240. Mestmp3]
Talib-i Hak olan siz güzelim canlara kestirme bir yoldan bahsetmek dileriz: “La talebe ve La Redde”
Kimseden hiçbir şey istemezsin olur biter; istemek yok (la talebe) verilirse reddetmek de yok ve (la redde). Onu nerden çıkarmış olsa gerek büyüklerimiz: Bir gün Resul-u Kibriya Efendimiz Abdullah ibni Ömer (r.a) hazretlerine bir ikramda bulunmuş o da Ya Resulallah benim ihtiyacım yok, bir başka muhtaç kardeşime ver der gibi kabul etmek istememiş verilen şeyi. Efendimiz cevaben buyurmuşlar: Ey delikanlı sen dilemediğin halde Allah sana bir şey verirse al REDDETME buyurmuş. Çünkü o, Allah’ın sana gönderdiği bir rızıktır, lütf-u ilahidir.
İstenmediği halde kendi gelen suyu ZEMZEM sayıp içen halk bilgeliğinde bir deyiş vardır:
Deh demeden yürürse at,
İstemeden bir bardak su verirse evlat,
Bir de hayırlı çıktı mı avrat
Düğün evinde işin ne; neşe senin evinde!
İrfan geleneğimizde ise “İstersem dilimi, almazsam elimi kessinler” düsturu hep aynı hakikate işaret eder. Hiç şikâyet etmemek, razı olmak manasınadır. Bu razı oluş belki de duaların kabulü, en güzel dua halidir.
İstemek yok verilirse, geri çevirmek, reddetmek yok. Bu “istemeyin” hadisi şeriflerinde o kadar tavsiye olunmuş ki birisinin devesinin üzerinde iken kamçısı yere düşse kimseden istememiş. Halbuki deve yüksek inmekte zor binmek de.. İstememeye bu kadar riayet etmişler. Hz. Peygamber(sav)’in yere düşen kamçısını bizzat inip alarak kimseye yük olmamasını örnek gösteren Hz. Pir Mevlânâ, bizlere şöyle nasihat eder:
Hz. Peygamber (sav): “Allah’tan cenneti istiyorsan Kimseden bir şey isteme ki kimseden bir şey istemezsen, Ben kefilim Cennete de girersin, Allah’a da kavuşursun” buyurdu. Hz. Peygamber bir gün ata binmiş gidiyordu, elinden kamçısı yere düşüverdi, hemen inip kendisi aldı, kimseden istemedi. Kul ol da yeryüzünde at gibi yürü, özgür ol, Cenaze gibi kimsenin boynuna binme, halka yük olma!
Bu dünya tatlıdır, şirindir, güzeldir yemyeşildir. Çoğunuz bu cezbeye kapılıp gidebilirsiniz. Fakat istemeden size verilirse mübarek olur. İstediğinizden dolayı verilirse size yük olur ve minnet altında kalırsınız. Sakın istemeyiniz!
Kenân Rifai Hazretleri’nin dâim hatırlattığı bir söz vardır. “Bâr olma, yâr ol” der. Kimseye eziyet verme, kimseye sıkıntı verme, kimseden bir şey bekleme. Ahmed’er Rifai Hz.leri ise bizim yolumuz istememek, esirgememek ve biriktirmemektir buyurur.
Tasavvuf yar olub bar olmamaktır
Gül-i gülzar olub har olmamaktır.
Madem reddetme düsturu ruhumuza işledi. Hakkın bize bir atâsıdır, En sevgili Mustafa’sından, ikramını reddetmek ne kelime, can baş üzere buyur edeceğimiz, müjdeli bir hadis-i şerif:
Ey insanlar, ben ancak size hediye edilmiş rahmetim [Dârimi, Mukaddime:3]
Biçaredir ümmetlerin, isyanına bakma
Red eli vurup hasret ile düzaha yakma
Rahmet et aman, ateş-i hicranına yakma
En başta kulun Galib’i pür-cürmü bırakma
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin Efendim
Haktan bize Sultân-ı müeyyedsin Efendim
Ya Rab, hediye ettiğin peygamberin aşkından, rahmetinden ve şefaatinden mahrum etme bizleri. Hem Denizler bu aşk yüzünden coşar köpürür. Kuşlar bu yüzden öter. Onların hepsinin de dileği bu aşk tuzağına her an yeni bir avın düşmesidir.
Aşkından gayrısına iltifatımız yok. Bedenimizi tamamıyla can haline koy, bizleri hakîkat madenindeki inciye çevir; bağımı, bahçemi neşelerle sulayan bir çeşme lütfet, Maksudumuz ancak sensin, bizi iki alemin gamından kurtaracak bir aşk lutfet !
İkramı kabul edip izi üzre, mucibince amel edene aşk olsun, ya huu
Muhabbet-i Ehli beyt-i Mustafa üzerlerimize sâyebân,
Vakt-i şerif, sebeb-i gufran, aleme bayram olan Cuma,
ömür ve şahsiyetlerimiz, ahir ve akibet, zahir ve batınlarımız hayrola, aşk ola, aşk ile dola, Aşkullah, Muhabbettullah, Marifetullah,
Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola erenler
Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,
sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .
Sözü çok olanın, yalanı dahi çok olur imiş;
Yüksek müsaadelerinizle
Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin
Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da
huzur bulasınız efendim
Kendine gel ey yolcu!
Bir nasihat tâlibine,
Ben size iki vâiz (nasihatçi) bıraktım. Biri susar diğeri konuşur; susan nasihatçi ölüm, konuşan ise Kur’ândır. [Tirmizi, Menakib, 31]
Yeni bir yıl ile giderek yaklaşmakta olan, susan nasihatçimiz ölüm, taliplileri için ten kafesinden kurtulmak, Yusuf gibi kuyudan çıkmaktır. Kâfire idam sehpası gibi gözüken ölüm mü’min için ölümsüzlüğe açılan kapıdır. Hz. Pir Mevlana ölüm neşesini şöyle anlatıyor:
Kuşa, kafesini bırakıp uçmak nasıl hoş, nasıl tatlı gelirse bana da ölmek ve bu yurttan göçmek öyle hoş, öyle tatlı geliyor. Bahçeye konan kafesteki kuş, gülleri, ağaçları görür. Dışarıda kafesin çevresinde ötüşen kuşlar hürriyete ait güzel güzel hikâyeler söylerler. Kafesteki kuş onları duyar, o yeşilliği görür de ne iştahı kalır, ne sabrı ne de kararı. Başını kafesin her deliğinden çıkarır durur, ayağındaki bağdan kurtulmak ister. O kuşun gönlü de dışarıdadır, canı da. Böyleyken kafesi açıversen ne yapar?
Ey seher vakti esen, ötelerden gelen!
Ey hoş haberler getiren rüzgar! Müjdeyi ver de gönlümü al! Ey müjdeci! Elimde bir canım kaldı, o da sana feda olsun, onu da al!
Ey ısıracak dişleri kalmayan kahır!
Ey kötürüm olduğu için yanımıza gelemeyen gam! Ey yüzlerce defa güldükçe gülen lütuf! Canlar zafere kavuştuğu için can da gülmede, cihan da!
Gaflet gömleğini yırtarak dünyanın gerçek çehresini gören büyük ruhlar için hayat bir imtihan, ölüm ise bir şeb-i arus, yani “vuslat” tır. Hak Teala bu Şeb-i arûs ve yeni yılın ilk günü vesilesiyle amellerimizi ve ahlâkımızı yağmur gibi temiz ve berrak bir rahmet, bereket ve hidayet vesilesi eylesin! İçinde yaşadığımız dünyadaki kir-pastan arınarak semâlara yükselen su gibi rûhumuzu ve gönlümüzü de tertemiz olarak yüce huzûruna erdirsin.
Ey Hak âşıkı! Sen güzellik Yûsuf’usun. Bu dünya da bir kuyu gibidir. Allâh’ın takdirine şikâyet etmeden boyun eğmek, sabretmek ise seni kuyudan çıkaracak, kurtaracak iptir. Ey dünya kuyusuna düşmüş olan Yûsuf! İp uzandı, onu iki elinle sıkıca tut. İpten gafil olma ve yakalamışken bırakma; çünkü ömür tükendi, akşam oldu. [Hz. Pir Mevlana]
Mevlânâ Hazretleri de, ölümün eşiğinde yaşayan, buna rağmen günlerini; hem dünyâ ve hem de âhirette fayda vermeyecek boş işlerle hebâ eden insana şöyle seslenmektedir:
“Kendine gel ey yolcu! Kendine gel! Akşam oldu; ömür güneşi batmak üzere… Gücün kuvvetin varken; şu iki günceğizde olsun cömertlikte bulun, iyi işler yap… Elde kalan bu kadarcık tohumu, yani ömrünün geriye kalan son senelerini iyi ek, iyi harca da; şu iki nefeslik şu fânî dünyadan sonsuz bir cennet ömrü elde edesin… Aklını başına al da; bu işi yarına bırakma. Nice yarınlar geldi geçti. Hemen tövbe ve istiğfar ile işe başla ki, ekin mevsimi, iyilik günleri büs bütün geçmesin. Öğüdümü dinle, nefis güçlü bir bağdır. Bizi iyilikten alıkoyar. Hak yolunda sana engel olur. Yenileşmek, kendini tamir etmek istiyorsan, eskiyi çıkar at; bedene ait isteklerden vazgeç; rûhânî zevkleri, mânevî heyecan ve lezzetleri ara…
Her ihlâs sahibinin sevgisini perçinle,
Kalbinde âriflerin muhabbetini dinle…
Gitme ümitsizliğe; ümit kapısı vardır;
Güneşler parlıyor bak; karanlık kapı, dardır..
Gönlün seni çekiyor ârifler meclisine;
Bedeninse, seni sokar çamura yine..
Aklını başına al gönüldaş sohbetinde;
İkbâl sahibi verir bahşişi servetinden…
[223. Mestmp3 Gitme Ümitsizliğe…]
Mâdemki, her fânînin meçhûl bir zaman ve mekânda ölümü tadacağı muhakkaktır ve O’ndan kaçılacak hiçbir yer yoktur; o hâlde cümle canlar: “(Vakit kaybetmeden) Allâh’a koşun…” [Zâriyât, 50] sırrından nasib alarak rahmet-i ilâhiyyeyi yegâne sığınak edinmelidir.
Bu gelen, yeni bir yıldır. Ya Rabbi, kovulmuş şeytanın şerrinden bu yıl muhafaza olmayı istiyoruz. Ve içimizde, bize kötülüğü emreden nefislerimizle mücadelemizde senden yardım diliyoruz. Bizi sana yaklaştıracak meşguliyetleri nasîb et, ey celâl ve ikram sahibi Rabbim. Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbim! Hayatımızı ve ölümümüzü sâlih kullarına lutfettiğin bereket, nîmet, ulvî güzellikler ve sana vuslat ile müzeyyen ve mükerrem kıl! Gönül âlemlerimizi, Hz. Pir Mevlana Celaleddin-i Rumi gibi Peygamber vârisi Hak dostlarının feyz,rûhâniyet ve irşadlarıyla âbâd eyle!
El-aman ya hu, aşk ile ya(n) ya huu
Vakt-i şerif, Aleme bayram olan Cuma, Hazret-i Pir’e bayram olan Şeb-i Arûs
canları aşka vardıracak yeni bir yıl, ömür ve şahsiyetlerimiz, ahir ve akibet,
zahir ve batınlarımız hayrola, aşk ola, aşk ile dola,
Aşkullah, Muhabbettullah, Marifetullah,
Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola
Şefaat û nebi cümlemize nasib ola efendim
Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,
sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .
Sözü çok olanın, yalanı dahi çok olur imiş;
Yüksek müsaadelerinizle
Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin
Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da
huzur bulasınız efendim