Sizin dünyanızdan üç şey sevdirildi

Nesâî, İbn Hanbel ve Beyhakî tarafından kaydedilmiş bir hadis-i şerif: Sizin dünyanızdan bana üç şey sevdirildi; “En-nisa’e”, kadın “vet-tıyb”, güzel koku ve “cu’ile kurretu a’yni fîs salâh” ve namaz gözümün nuru kılındı. [Nesâî, İşretu’n-Nisâ 1, (7, 61)]

40hadis_1

Habîbi Hz. Muhammed’in (ki O’nu lâhutî, ceberûtî, melekûtî ve nâsûtî kılmıştır) nurundan ezelde ve ebedde zâtına ayna, mahlûkatına irşat kılan Allah’a hamdolsun. Salât û selâm da nebîmiz Hz. Muhammed’e (sav) O’nun pâk ehline ve ashabına olsun.

Kadın bizim geleneğimizde “cins-i latîf” diye ifadesini bulur. Güzel cins. Yani estetik değer, özel bir yer. Aslında o geleneğimizde ki ifade sanki bu hadisten alınmış gibi. Sırasıyla güzel koku, kadın ve namaz. Eğer namaz insanın gözünün nuru, saadet kaynağı olmaya başlarsa yük olmaktan çıkar. Namazdan insan, cinsi latîf’ten aldığı haz gibi, ondan aldığı gönül süruru gibi sevinç duymaya başlar. Yani namaz sahibine bir can yoldaşı gibi yar olur, sevgili olur. Namazla öyle bütünleşir ki, namaz onun için bir sevgiliye dönüşür. Tıpkı onunla beraber olmaktan duyduğu neş’eyi, iç huzurunu namaz kılarken de duyar.

Mealen böyle Türkçe’ye aktarılan hadisin benim açımdan ilk göze çarpan yanı, Rasûlullah’ın dünyadan demeyip, “dünyanızdan” ibaresini kullanmış olmasıdır. Bu ibarenin tercih edilmesinden öğrendiğimiz; peygamberlerin ve bazı özel nitelikli, vasıfları üstün kılınmış belli zevatın ama bilhassa peygamberlerin, bizim içinde yaşadığımız ve bir şekilde kendimizi yakın hissettiğimiz dünya ile bağlarının bizimkinden farklı olduğu yani peygamberlerin dünyaya bizim baktığımızdan daha farklı baktıkları daha da açık konuşursak “yukarıdan baktıkları”, zayıf insanların dünya ile olan ilişkisinden kopuk bir durumda bulundukları hususudur. Bu önemli bir şey! Yani eğer biz “Bu bizim dünyamız!” diyorsak peygamberler de buna “Dünyanız!” diyerek ihtar ve ikaz yollu bir karşılık verebiliyorlar.

Bu dünyadan Rasûlullah’a üç şeyin sevdirilmiş olmasının da benim açımdan zihin açıcı bir yönü var. Bunlar; kadınlar, güzel koku ve Rasûlullah’ın “Namaz gözümün nuru kılındı” demesiyle belirginleşen namaz. Gözümün nuru diyor Rasûlullah, ferahladığım, rahat bulduğum: huzur kaynağım…

Bu üç şeyin bir çeşit geçişi, bir çeşit letafeti, latîf bir durumu tebarüz ettirmeleri, hem geçirgenliği hem de taşıyıcılığı üzerine almış unsurlar oluşları önemlidir. Kadınların Rasûlullah’ın dünyamızdan sevdiği bir şey olmasının çok önemli bir tarafı var. Bunun çağdaş ya da modern insanların düşünebileceği gibi bir çeşit “zendostluk” olarak algılanması bilhassa kadınların yanıbaşında zikredilen diğer iki şey sebebiyle mümkün değil. Kendimi Rasûlullah’ı kimilerinin gözünde aklayacak bir pozisyonda elbette görmüyorum fakat çürük kafaların etki alanını, kafasında çürümemiş yer bulunan herkes daraltabilir, daraltmalıdır. Kadınlar, güzel koku ve namazın bir arada anılması, kadınların insanın bu dünyadan zevk almasında değil de başka bir aleme nüfuz etmesinde bir işlev yüklendiklerini düşünmeyi gerektiriyor.

Gazzali hazretleri gibi mutasavvıfların bir kısmı da “Cim’ada tevhid sırrı vardır” demiştir. Dolayısıyla bu dünyadan kadınların sevdirilmesinin, dünyaya bağlılık hissini güçlendirmekten çok, bu dünyadan başka bir dünyaya geçme duygusunu pekiştirmesi, bu geçiş duygusunu yoğunlaştırması bakımından düşünülmesi lazım.

Zihnimizi bu yöne sevk ettiğimizde güzel kokunun zikredilmesi daha anlamlı gözüküyor. Yani güzel kokuyla birlikte insan adeta bir çeşit yükselişe geçiyor. Güzel koku insanın bilinen bir alandan başka bir mana dünyasına geçmesini mümkün hale getiriyor. Güzel koku… (Bknz Perfume)

Şöyle düşünün: Burnumuzla algıladığımız kokuların çirkinlikleri tabi bir şekilde, insanın ruh durumunu düşüren, sıkıntı veren bir etki yapar. Güzel kokunun ise tam tersine bu ruh durumunu yücelere çıkaran bir etkisi vardır. Bu yükseliş, tıpkı kadınlarda olduğu gibi bilinen alemden, bilinmek istenen aleme doğru seyahatin bir parçasıdır. Bu bakımdan namazın ikmal edici bir işlev gördüğünü; kadınlar ve güzel kokudan sonra zikredilmiş olması dolayısıyla tamama erdirici bir işleve sahip olduğunu da akla getirmek gerekir.

Namaz aslında bizim bu dünya ile ahiret arasında bulunduğumuzun anlaşılmasındaki en belirgin etkendir. Daha doğrusu bu dünyanın geçiciliği konusundaki en etkili derstir. Âdeta bir sal, su üzerindeki bir sal işlevini görür. Yine bir hadis-i şerifte “Namaz, mü’minin miracıdır” buyrulduğunu biliyoruz. Hak dostlarından nicelerinin çok sıkılıp daraldıklarında “Evladım ben bir seyahate çıkayım deyip iki rekatlık bir namazla ferahladıklarını” biliyoruz. Yani namaz tıpkı kadınlar ve güzel koku gibi her bir insan üzerinde bir geçiş, bir nüfuz ediş, bir ulaşma, ulaşmayı sağlayan alan etkisi oluşturması bakımından önem taşır.

Bu meseleyi, yani dünyanın mânâ alemiyle, bilinen dünyanın, bilinmek istenen dünyayla olan irtibatını anlamak kadınlar sayesinde, güzel koku sayesinde ve gözümüzün nuru Resulullah’ın “gözümün nuru” buyurduğu namaz sayesinde kolaylaşmış oluyor. Bilhassa bu intikal açısından “dünyada bulunuşumuzun anlamına vâkıf olmak isteyenlerin” bu hadisi şeriften öğreneceği çok şey var. Dünya bir şekilde ahiretin tarlasıysa dünyada yaşarken, dünyayı algılarken, dünya dışı bir ruh durumunu, dünya dışı bir vakıalar dizisini zihnimize yakın tutmaya dikkat etmeliyiz. Böyle bir yakınlaşma ancak belli vasıtalar aracılığıyla gerçekleşebiliyor. Bu hadisi şeriften söz konusu vasıtaların Resulullah katında “kadınlar”, “güzel koku” ve “namaz” olduğunu öğreniyoruz. Bu hadisi şerifiyle, Resulullah efendimiz bize neyi nasıl tercih etmemiz gerektiğini, tercih üstünlüğünü de öğrettiği için bizim dünyayı nasıl değerlendirmemiz ve daha dünyada iken başka bir dünya konusunda neler algılamamız gerektiği meselesini de aydınlığa kavuşturmuş oluyor.

Malının üçte birini güzel kokuya sarfeden müsrif sayılmaz. [Hz. Ömer] guzel_koku

Tabii, ister beşer sözü olsun ister Hak kelâmı olsun bütün sözlerde o söze muhatap olan insanın vasıfları ve niyeti anlam alanını aydınlık kılmak, anlam alanını doldurabilmek hususunda belirleyici rol oynar. Bir Alman düşünürü G. C. Lichtenberg’in (v. 1799) dediğine kulak verirsek: “Kitaplar aynalar gibidir, aynaya bir maymun bakınca oradan bir havarinin görünmesi imkansızdır.” “Neyi arıyorsan osun” sen buyuran Hz. Pir Mevlana (ks) buyruğunca neyi öğrenme konusu ettiğimiz, bizim ne olduğumuz, neyin peşinde olduğumuzla doğrudan bağlantılıdır. Eğer Resulullah efendimiz “Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi” buyurduysa ve bunları “kadınlar, güzel koku ve gözümün nuru: namaz” olarak sıraladıysa burada bizim dünya ile olan ilişkimizi tekrar gözden geçirmek zaruretiyle yüzyüze olduğumuz anlaşılır. Diğer taraftan bu anlatımın bir hazcı, hedonist yaklaşım olduğunu da düşünebilirsiniz. Dünyanın esas olarak istifadeye değer bir kısmıyla bize yakın olduğu yanlışına da sapabilirsiniz, aman dikkat!

Bir çok yanlış, onlara kapılalım diye bizi bekler zaten. Bildiğimiz gibi: yanlışlar çoktur, doğru tektir. Hadisi şerifleri düşünürken de Resulullah’ın dünyamızdan kendisine sevdirilen şeylerin neler olduğunu belirtmesi üzerine biz de “doğruyu kendimize yakın kılma endişesi” gösteriyorsak “bir” şey anlayacağız. Yani kalkıp da birisi şöyle diyebilir: “Allah, Resulullah’a bizim dünyamızdan üç şeyi sevdirmiş. Bunlar: ‘Kadınlar, güzel koku ve namaz’dır. Bana başka şeyleri sevdirdi efendim! Onlar O’na verilmiş, bu da bana verilmiş” diyerek yorumda bulunabilir ama baştan da söylediğimiz gibi Resulullah “dünyanızdan” diyerek zaten bizim böyle bir yorumda bulunmamızın önünü kesmiştir. Yani “Resulullah’a üç şey sevdirildi bana da beş şey sevdirildi” gibi bir yorumu öne sürme hakkına sahip değiliz. Çünkü risalet ve nübüvvet aracılığı taşımayan bizlerin dünyaya bakışının bir peygamberin “alemler ötesi bakışı” ile aynı olmasına imkan yok. Biz ancak o peygamber’e özenebiliriz, ancak O’ndan ders alabiliriz, adımlarımızı O’na uydurarak O’na yaklaşmaya çalışabiliriz.

Dolayısıyla eğer “doğru” konusunda hassasiyetimiz varsa Resulullah’a dünyadan sevdirilen şeylerin, muhtaç olduğumuz doğruyu nasıl ifade ettiği konusunda tekrar zihnimizi bir yerlere açmamız gerekiyor. Ben bunun bilhassa “geçirgenlik” olduğunu bu dünyanın özellikleriyle muhtemel ve arzulanan dünyanın özellikleri arasında irtibat kurmamıza yarayan şeylerin sevdirildiğini belirtmek gereği duydum. Bu da yeter, tahmin ediyorum. Yani insanın gereğinden çok şeyi fark ediyor olması, esas olan şeyi fark etmekten mahrum kalması anlamına da gelebilir. Ben bu hadisi şerif dolayısıyla eğer bir şeyi fark etmişsem, yani bu dünyadan öte dünyaya geçişin mümkün olduğu ve bu geçiş için bir takım araçların bulunduğu meselesini fark etmişsem, bu da bana yetmeli. Ya da bu da benim kârım olarak hesaba katılmalı diye düşünüyorum. İşaretlerin ne anlama geldiğini, bu işaretlerin farkına varanlar daha net olarak yerli yerine oturtabilecekler.

Alemlerin efendisi “Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi, biri kadın…” buyurduğu gün, kadınların özgürülüğü başlamıştı zaten! Meyveyi yerken ağacına şükretmeyi unutma sakın; sonra nankörlerden olmayasın

Gayrete getir ruhunu

Can Dostlar Merhaba,
İşte son düzlüktesin; İşte, Rahmete ermedesin! Sıklaştır biraz daha adımlarını;
gayrete getir ruhunu, dimağını!

[Dinleyene Not:]
Hicaz’dan kainatın kalbinden, Makam sahibinin ruhaniyetinden mülhem bu satırlardan önce, mübarek sadırlardan, kutlu nefeslerden gelen nazlı niyazlarla bezeli “Kullarına yok sana layık meta”adlı Evç ilâhiyi, aşk ile dinleyenlerin ateş-i aşkları ziyade olsun

niyyetiyle atesiask.com üzerinden istifadelerinize sunarız…

[Kendime Not:]
İnsan Kullanım Kitabı “Kur’an-ı Kerim” bir gecede/geceye indi ve otuzbin geceden hayırlı ve bereketli kıldı O geceyi… Neden? Çünkü, Kur’an indiği zamana böyle bir bereket katmıştır. Peki, vahyin amacı zamana bereket katmak, onu binlerce kat daha değerli kılmak mıymış? Ne münasebet! Elbette vahiy insan için inmiştir. İnsana bereket katmak, insanı yüceltmek, onu mübarek kılmak için. Peki, o halde neden Kur’an vahyin zamana kattığı değeri ve bereketi ifade ediyor? Bunu anlamayacak ne var? Kur’an, insana mesaj veriyor. Parmak ayı gösterirken, parmağa değil, aya bakarlar. Eğer sen de âyetlerin (parmağın) gösterdiği yere bakarsan, şunu görürsün: Ey insan! İndiği geceyi bin aydan daha hayırlı yapan, yani bir ömre bedel bir gece kılan bu vahiy eğer senin yüreğine, zihnine, aklına, hayatına inerse neler yapmaz? Düşünsene bir! Sana ne hayır ve bereketler katacağını düşünsene bir! Hayatına inen Kur’an’ın hayatını nasıl bereketlendireceğini, değerlendireceğini düşünsene bir!” Hele bir düşünelim hayatımıza yön verirse “Kuran-ı Kerim” ne olur ahir ve akibetimiz!

[Zamana Not:]
Bir ay boyunca kendi kusurlarımızı düşünme ve Allah’a affettirme işiyle uğraştığımızdan başkalarının kusurlarını görmeme ve rahatsız olmama saadetine kavuştuk. Dünyanın, bizim önümüze attığı haram tanelerinden uzaklaşarak dünya tuzağına düşmemenin tadını çıkarıyoruz bayramda. Kazancımızdan bize ağırlık verenleri ve bizi cennete giden yolda ağırlaştıranları zekat, sadaka, fitre, fidye olarak verip hafiflemenin ve cennete doğru sevinçle koşmanın lezzetini tadıyoruz bu bayramda. Doğudan ve batıdan “En büyük benim veya en büyük biziz” çığlıklarına karşı kulak tıkayıp bir ay boyu millet olarak yalnız akşam ezanının “Allahü ekber/En büyük Allah’tır” nidasına kilitlenerek birilerine anlamlı cevap vermenin huzurunu bayram havasında yaşıyoruz. Karşılık beklemeden vermenin, yalan, talan ve gıybetten uzak durmanın, gönüldeki imanı amelle sulamanın ve sevap çiçekleri açtırmanın bayramını yaşıyoruz. Buhari, Müslim ve diğer hadis kitaplarının rivayet ettiği bir hadise göre “Oruçlu için iki kere ferahlık vardır. Biri akşam iftar ettiğinde, diğeri Rabbine kavuştuğunda”. Biz, imanla ölümü bile bayram kabul etmiş bir ümmetiz. Bütün sevdiklerimizle Yaradana, Hak Dost’a kavuşmak bizim için bayramdır. Mevlâ bizi affede, bayram o bayram ola / Cürm-ü hatalar gide, bayram o bayram ola… Bayramsa bayramımız; Hak Dost’un güzelliği ile güzelleşmemize, gam ve telaştan, sıkıntı ve kederden kurtulup daha dünyada huzur bulmamıza vesile olsun erenler

[Mekana Not:]
“Medine’deyiz. Ramazan umresi için yola çıktık ve Ramazan’ı bir süre Resulullah’ın yurdunda yaşayıp Kabe’ye varalım diye ilk durak olarak Medine’ye yöneldik. Gördük ki bu iş, sufilerin sıkça kullandığı bir ifadeyle “men lem yezuk, bilmez yazık! – tatmayan bilmez” türünden bir şey. Ramazan’ın son 10 günü.. Ve Mescid-i Nebevi… Peygamber Mescidi… İşte bu iki hadise birleştiğinde ortaya, anlatılmaz bir coşkulu buluşma çıkıyor. Buna bir de iftar saatini ilave ettiğinizde manzara daha bir doyumsuz oluyor. Hani iftar vakti yaklaşır da evin tüm ahalisi sofra başında toplanır ya… İşte aynen öyle… O sofrayı 500 bin kişilik düşünün. Kadın erkek her yaştan, her renkten, her dilden insanın katıldığı 500 bin kişi… 167medine Ve binlerce kişi tarafından Mescid’in içinde dışında açılan sofraların gerçek sahibinin Allah Rasulü olduğunu tasavvur edin… O’nun evindesiniz. Ondan başkasının sofra açması olur mu? Herkesin içinin kıpır kıpır dualarla dolu olduğunu unutmayın… İftar saatinde kabul edileceği bildirilen her bir duada toplanan dileklerin insanlık kadar geniş bir camiayı kapsayan iyilikler taşıdığını hatırdan çıkarmayın… Düşünüyorum, sanki Allah’ın Elçisi, yukarılardan bir yerden bu eşsiz manzarayı seyrediyor ve gülümsüyor. Seyrediyor ve tüm o ümmet çocuklarının ağızlarına birer küçük ikram sunuyor. Ya da her sofrada gönüllere huzur ve hayatınıza bereket dileğiyle minik minik konaklıyor. Bu manzarayı tamamlayan bir şey daha var ki, o, bu iftar sofralarının anlatılmaz güzelliğine, tarif edilmesi zor bir güzellik katıyor. Şöyle tasavvur edin: 50 santim genişliğinde, ben diyeyim 10 metre uzunluğunda serilmiş binlerce sofra… Sofranın iki yanında kimi zaman diz çökerek, kimi zaman bağdaş kurarak oturmuş insanlar… Herkesin açlıktan biraz süzülmüş, ama o ölçüde de ruhaniyet yüklenmiş simaları sofraya dönük. Kalpler birbirine bakıyor. Ve ellerinde açılmış birer Kur’an-ı Kerim. Gözler Kur’an’da… Okunuyor, okunuyor, okunuyor… Sanki iftar Kur’an’la açılacak. Kur’an Allah’ın zikri… Ve kalplerden birbirine “zikrullah” akışı yaşanıyor. İftar saati, yani ezan, yani bizim geleneğimizle topun patlaması bekleniyor. Ama ne bekleyiş… İçimde bu fotoğraf duruyor. Onu saklayacağım. Anlıyorum ki insanların Ramazan’larda buralara her yıl gelmeye çalışması, o fotoğrafı gönüllerinde sık sık tazeleme isteğinden kaynaklanıyor. Buraya Pazar günü geldik ve aynı gün salatü selamlarla Rasulullah’ı ziyaret ettik. Türkiye’den bir dolu dosttan, – şimdi isim isim saysam yerim yetmez, sayılmayan isimlerin gönlü kalır- selamını yüklenerek gelmiştik, onları adıyla sanıyla bildirdik. Duymuştur Allah Rasulü, selamlarına mukabele etmiştir eminim. O dostlar gönüllerinde o mukabil selamların serinliğini hissedeceklerdir. Bu güzelliği tadın inşaallah. Nasıl edin, edin bu güzelliği tadın. Anadolu’nun veya bir başka Müslüman kavmin Anadolu’sunun mütevazı insanlarını gördüm buralarda, aşkla gelmişler Resulullah’a misafir olmaya… Demek ki çok imkan değil, çok coşku, çok aşk gerekiyor. Dilerim bir Ramazan Allah Resulü’nün konuğu olur, tüm insanlık için yapacağınız bir duada O’nun ruhaniyetini de paylaşırsınız.”

Vakt-i şerif, Ramazan-ı Şerif, Cuma, Leyle-i Kadir, ömür ve şahsiyetlerimiz,
ahir ve akibet, zahir ve batınlarımız hayrola,
Aşkullah, Muhabbettullah, Marifetullah,
Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola
Şefaat û nebi cümlemize nasib ola efendim