Mirâcı b.aşka okumak

Bu âlem mebde’i sensin, evvelsin yâ Resûlallâh
Nübüvvet hâtemi sensin âhirsin yâ Resûlallâh
mirac2019

Buyruldu ki: “Resûlullah (sav) Efendimiz’in vücûd-u şerîfleri üçtür: Birincisi unsûr vücûdu yâni beden terkîbindeki beşer vücûdudur ki 571-632 yılları arasında bu fâni dünyâda görünmüştür. İkincisi, misâl vücûdudur ki rüyâda, melekût âleminden manâ olarak görülendir. Üçüncüsü ise nur vücûdudur.”

Fem-i saâdetlerinden şeref-sudûr buyrulan hadis-i şeriften doğan manâ: “Allah evvela bir cevher yarattı, o cevherden de cümle âlemleri yarattı.” şeklindedir. Ehl-i kemâl, bu yaratılan ilk cevherin Nur-u Muhammedî olduğunu beyan etmişlerdir. Yine Hz. Resulullah Efendimiz “Allah evvela benim nurumu yarattı.” buyurmuştur.

İşte bu beyanlardan da anlaşıldığı gibi Cenab-ı Hakk’ın kendi varlığından ilk zuhur-u halkiyeti, Nur-u Muhammedî’dir. Allah, cümle alemleri Nur-u Muhammed’in tafsili, açılımı olarak yaratmıştır.

Allah’ın varlığı yani uluhiyet, beş varlıkla zâhirdir: Bunlar; zat, sıfat, esmâ, ef’al ve ahkâm varlığıdır. Bu varlıkların kemâli, vücud-u Nur-u Muhammed’le zahir olmuştur. Alemler dediğimiz cümle varlıklar, Nur-u Muhammed’den yaratılması itibariyle tafsilat-ı Muhammed’tir.

İşte cümle alemlerin evveli, Nur-u Muhammed (sav) olması itibariyle “Bu alemin mebdei, başlangıcı sensin yâ Resulallâh.” buyruluyor. Aynı kaynaktan geldiğimiz kitâb-ı kadîmde yer alan: “O, Allah’ın resulü ve nebîlerin sonuncusudur” [Ahzâb:40] beyânına göre ise, Hz.Peygamber Efendimiz, unsur beden vücudu itibariyle, nebilerin yani peygamberlerin sonuncusu, âhiridir.

Senin esrâr-ı mi’râcın fenâfillâh olan bildi
Bekâbillâh bulan erdi o zevke yâ Resûlallah
Peygamber Efendimizin miracı ikidir: Biri cismanîdir ki bu cismani olan miraç Kur’an’da “Bütün varlıkların tesbihi o kudretedir ki kulunu gecenin birinde Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya yürütmüştür. Bu, ayetlerimizden bir kısmını o kulumuza göstermek, onu ayetlerimizden biri olarak göstermemiz içindir” [İsrâ:1] ayetiyle beyan edilir. Bu, mucize olarak gerçekleşen ve Hz. Peygamber’in (unsuru olan) alemleri şereflendirmek için yaptığı miraçtır. Bu miraç yalnızca Hz. Resulullah Efendimize mahsustur. Çünkü Hz. Peygamber Efendimiz alemlerin aslı, özü olduğu için, alemler varlıklarını muhtaç olduğu o yüce şahsiyeti görüp, onunla yani Hz. Muhammed (sav)’le şeref bulmak istedikleri için, bu cismani miraç mucize olarak vukua gelmiştir.

Diğer miraç ise, Hz. Resulullah Efendimizin ruhânî miracıdır. Necm suresindeki “Sonra iyice yaklaştı ve sarktı. İki yayın birlikteliği gibi belki ondan da yakın. Böylece vahyetti kuluna vahyettiğini, kalb yalanlamadı gördüğünü.” [Necm:8-11] “And olsun ki Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü.” [Necm, 18] ayetleriyle beyan olunan miraçtır.

İşte Hz. Resulullah’ın bu ruhani miracını, cümle peygamberler yaptığı gibi, cümle insan-ı kamil olan veliler de yaparlar. Çünkü bu ruhani miraç, kulun kendi hakikatine yönelip Rabbine vasıl olması, Hakkı kendinde bulmasıdır. Her kim ki, kendinin ve cümle alemin nispet varlığının yokluğunu, makamat-ı tevhidin fenafillah keşf-i irfaniyetiyle bilip arif
olursa, o kul yine makamat-ı ittihadın müşahedesiyle bekabillaha yani Hakk’ın ebedi, bâki olan varlığına kavuşur ve o zikr-i dâim içinde bir ömür Hak’la yaşar, hep Hakk’ı görür ve bekabillah’la zevklenir. İşte bu fenafillah ve bekabillah kemalat ve marifeti, Hz. Peygamberin ruhani miracı olan mazhariyetinden ibârettir.

İmdi aşk ile bir dahi okuyalım, okudukça aslına yanalım

Sallû Alâ Sâhibu’l Mi’râc
Sallallahu aleyhi ve sellem
Vahdetin müşâhidi
Müşâhedenin mütelezzîzi

Tenzîh o Sübhan’a ki kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan o havâlisini mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya isrâ buyurdu O’na âyetlerimizden gösterelim diye, hakîkat bu: O’dur O, aslını işiden gören [İsrâ:1]

Muhakkak ki Allah, Musâ’ya kelâmı, bana rü’yeti verdi. [Hadîs-i Şerîf]

Allâh’ın hangi esmâsına baktımsa gölgesinde Hazret-i Peygamber’i gördüm. O ilâhi isimleriin en mükemmel aynasıdır, bütün isimlerinin tecellîgâhıdır. [İbn-i Arabi Sultânımız]

EL-mu’minu mir’âtul mu’min: EL-mu’min, mu’minin aynasıdır. [Hadîs-i Şerîf]

Es-Suâl: Cisim ve ruh ile semâya doğru olan Mi’râçta bir takım âyetlerin, harikulade hallerin kendisine gösterilmesinin dışında bu seyrin başka faydaları da var mıdır?

El-Cevâb: Evet, başka nîce faydaları vardır. Onlardan biri de şudur: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, ilâhi isimlerin huzurlarına çıktıkça her bir ismin ahlakı ile ahlaklanmıştır. Rahîm ismine uğrayınca ziyâdesiyle merhâmet eden Rahîm oldu. Gafûr ismine uğrayınca ziyâdesiyle bağışlayan Gafûr, Kerîm ismine ayna tutunca ziyâdesiyle ikrâm ve ihsân sâhibi Kerîm, Halîm ismine uğrayınca ziyâdesiyle hilm sâhibi Hâlim, Şekûr ismine uğrayınca ziyâdesiyle şükreden Şekûr, Cevâd ismine uğrayınca ziyâdesiyle cömert Cevâd oldu. İşte bu şekilde Mi’rac’tan, kulluğa avdet buyurduklarında kemâlâtın zirvesindeydi. [Ebü’l-Mevâhib İmam Şa’rânî Sultânımız]

Sâhibu’l Mi’râc, Mir’âtu’l Hak Sultânımızın: “Men reâni fekâd reel Hak: “Beni gören şüphesiz Hakk’ı görmüştür” buyruğu da O’nu hakkıyla görenlerden, gerçeğe ayna tutanların şâhı olan kerremallahu vechehû Sultânımızın “Ben görmediğim rabbe kulluk etmem” itirâfı da hep bu nev’î ikrâmlar cümlesindendir.

Her hüsn bir delîl-i kudrettir
O’nun temâşâsı aynen ibâdettir
[Ken’an-ı Rıfâî Sultânımız]

İzinden gerçeği izlediğimiz varlığın gâyesinin, en büyük sünneti olan mi’râcın, gerçeğine susamış aşk tâliplerine de ikrâm olunmaklığı niyâzıyla

Ey gözüm nûru ne bilsin gizlidir esrârımız
Câhil ü nâdân ne bilsin anlamaz ahvâlimiz

Kuş dilidir dilimiz hem her Süleymân anlamaz
Rumûzât u işâretle söyleriz akvâlimiz

Halvetîyiz durmayız biz süreriz erkânımız
Hak yoludur yolumuz Şa’bân Velî Sultânımız

Kimse görmez döneriz biz devreder devrânımız
Kimse duymaz aşk ile arşa çıkar efgânımız

Kördür ol münkir olanın kalb gözü görmez bizi
Cân kulağı sağır olan duymadı feryâdımız

On sekiz bin âlemi gezdik dolaşdık aşk ile
Göremez amâ olanlar bu bizim seyrânımız

Görmeyiz biz mâsivâyı pek severiz vechullahı
Her zerreden görmek oldu hâlis muhlis efkârımız

İşitmeyiz efsâneyi istemeyiz kâşâneyi
Ayrılmayız yolumuzdan sağlamdır imânımız

Ayrılmayız şeriatden Hakk’a giden tarikatden
Haberdârız hakîkatden nâdân bilmez ahvâlimiz

Mâsivâya tapmayız biz yolumuzdan sapmayız biz
Münkirlerden korkmayız biz İmâm Ali öz babamız

Hakka doğrudur özümüz secdede dâim yüzümüz
Yalan değildir sözümüz saklıdır ol namâzımız

Her nefesde ezkârımız Cemâl-i Hak didârımız
Münkir bilmez esrârımız acâibdir seyrânımız

Yetmiş bin hicâb geçeriz Hakk’ı her şeyden sezeriz
Her dem Mirâc biz ederiz kimse görmez Mirâcımız

Dervîş Mustafâ’dır adım Hakk’a vardım adım adım
Dersimi Ali’den aldım Muhammed’dir serdârımız

Cenābü`l-Mennān hidayet-i Rabbāniyye ve tevfįķ-i śamedāniyyesine ve tecelliyāt-ı sübhāniyyesine mažhar ķılıp āyįne-i dilde tecellį-yi şevķ-i dil-dār ile zevķ-i vicdānįler müberrā eyleye.

aksa2019

Bu sırr-ı vaĥdeti fikr-i ħayāl edem dedim yā Rab
Rumūz-ı men ‘arefden ĥasbiĥāl edem dedim yā Rab
Vücūdum ķatresin deryā miŝāl edem dedim yā Rab
Ĥaķāyıķdan biraz basŧ-ı maķāl edem dedim yā Rab
Seni sende bulup ‘ıyd-i visāl edem dedim yā Rab
Edip terk benliġim ķālim ĥāl edem dedim yā Rab
Beni koyup seni kendime māl edem dedim yā Rab
Ķapında ķul olup kesb-i kemāl edem dedim yā Rab
Celāliñ muķteżāsınca Cemāl edem dedim yā Rab
Seniñ māhiyetiñ senden su`āl edem dedim yā Rab

Bilen demez diyeñ bilmez ĥaķįķat ya bilen kimdir
Yine sensin seni ancaķ bilen ya Rabbį birsin bir

İşbu benliğin yokluğundan doğan vahdet hürmetine, tenini can, canını cânân edip âyine-i dilden rûy-i dilârâ’yı seyrân, şevk-i dildâr ile mest ü hayrân olasınız; mi’râc-ı ma’rifete ‘urûc ile rûy-i yâri mir’ât-i dilde ‘ayânen göresiniz erenlerim

Hakk’ı her şeyde sezeriz

Melâmî, Bayramî mürşîd-i âlilerinden Osman Kemâli Hazretleri‘nin  (v. 1954) bir garîb îtirafnâmesidir:etmedim

Nâre yanıp aşk-ı pâkinden ferâgat etmedim
Mahvolup cânân yolunda cânâ rağbet etmedim

Kesmedim ümmîd vaslından, kesildi her emel
Havf-ı firkatte kalıp nâdâna minnet etmedim

Çektim el benden, bana benlik veren bildimki Sen,
Benliğimde kaldığımca zerre rahat etmedim

Bir zaman sen, ben, gönül, sevdâ, elem, derd var idi
Hiçbirinden bir zaman kalben şikâyet etmedim

Zu’m-i zâhiddir mükâfat ü mücâzat-i ibâd
Bilmedim havf ü recâ zanna ibâdet etmedim

Hâmil-i bâr-ı emânet olduğum günden beri
Hamdülillâh âcizim da’va-yı kudret etmedim

Sa’yisiz kalmış fakir, erbâb-ı sa’y olmuş gâni
Bu fikir belki cünûndur öyle cinnet etmedim

Bî-şerîk bir mülkte mümkün mü da’va-yı vücûd
Düşmedim şirk-i vücûda öyle gaflet etmedim

Zevk u ekdâr-ı cihânı serbeser gördüm velî
Hiç biriyle kalmadım nefse sahabet etmedim

Elde her nem var ise fazl u rezaletten eser
Anlamam fazlı KEMÂLİ sarf-ı himmet etmedim

Türlü dünya dertleri ile ateşten gömlek giydimse de tertemiz aşkından sarf-ı nazar etmedim, sevginden vazgeçmedim. Sana kavuşma yolunda, beşerî zaaflardan kurtulup bütün iş ve davranışlarımda Senin küllî irâdene teslim olarak benlikten geçtim, nefsime rağbet etmedim, onun isteklerine yüz vermedim.

Gönlümde yaşattığım ve gelecekte gerçekleşmesini istediğim arzularımdan vazgeçtimse de sana kavuşma ümidinden hiç vazgeçmedim. Ayrılık  endişesiyle korkarak câhillere, nobranlara el açıp, dil döküp onların iyiliği altında ezilmedim, kendimi borçlu hissettirmedim.

Kendi nefsimden ilgimi kesip, sarf-ı nazar edip öz varlığımın Sen’den olduğunu bildim zîrâ benlik iddiasında bulunduğum sürece zerre rahat etmedim. Bu yolu bilmezden evvel kesret aleminde Sen, ben, gönül, sevdâ, elem ve dert ile meşgul oldumsa da bunlara dair de içimden hiç şikâyet etmedim.

Kulluk (ibadet) mükafatı da, cezası da gerçekte zahidin boş, anlamsız zu’mundan, zannından ibarettir. Havf (korku) ve recâ (ümit) bilmediğim için yani mükâfat beklentim ceza korkum olmadığından ibadetimde herhangi şeyin zannı da yoktur. (İbadet tevhide aittir. Ancak bunun önüne sonuna ceza ve ödül endişesi beklentisi konulursa tevhide aykırılı olur. Yani ikilik ve ikirciklilik ortaya çıkar. Bu hal kulu nihayet kendi zannına yani düalizme kulluğa götürür. “‘Ene ‘ınde zanni abdî bî” diye bir hadis-i şerîf. Ben kulumun zannı üzereyim buyuruyor Cenab-ı Mevlâ. Erbab-ı Hakk herhalde bu zandan da berî. Onlar sâdece Hakk ile Hakk olarak ibadeti aslî yerine raci kılarlar. Bu beyit aslında “Mü’min havf u reca, korku ve ümit arasında olur” hakikatine muhalif imiş gibi duruyor. Lakin, “Ey îmân edenler, Allah’a olması gerektiği gibi îmân ediniz” sırrındaki îmân-ı tahkikî ve ubûdiyyet, bu hâl ve makam sahipleri için korkuyu da ümidi de ortadan kaldırır. Onlar sâdece cemâl-i ilâhîye müştaktır. Mevlâ bizi de kulluğun mükâfât ve mücâzât kaygısından halâs olup zâtı ile hemhâl olunmuş makamını, kendi dilinden anlama ikramını ihsan buyursun.)

Bu can yükü tende olduğundan, imân emanetiyle mükellef olduğumdan beri Allah’a şükürler olsun ki güçsüz, kudretsiz, zayıf bir kimseyim. Kuvvet, güç, iktidar, yetenek bendedir, fail benim gibi bir iddiam olmadı hiç. Fakirler çalışıp emek sarfetmez olmuş, gayret edip çalışanlar ise zengin olmuş. Böylesi bir düşünce insanı çıldırtabilir, Biz bu meseleye akıl sır ermez deyip o yoldan gitmedik. (Bu beyit Efendimizin “Eğer siz Allah’a hakkıyla tevekkül etseydiniz, kuşların sabah aç çıkıp akşam tok döndüğü gibi sizi rızklandırırdı” hadis-i şerifinin bir zuhûrâtıdır. Fakr ve gınayı sadece sa’y’e, çalışmaya yani sebebe hasretmek, müsebbibü’l-esbâbı unutmak şüphesiz en büyük cünûndur. Cünun malumunuz örtmek anlamına gelen cenne kökünden gelir. Aklın örtüldüğu hâldir. Ehl-i Hakk, tevekkülün ötesinde sahib-i tevfiz olurlar. Tüm işlerini Hakk’a tevdi etmiştir. Tevhid-i efal sırrı ile cümle fiilin yegâne fâilinin Hakk olduğunun idrakıyla sebeblere takılıp kalmaz. Belki ubudiyyeti icabı zahiren sebeb ile alakadar imiş görünür lâkin hiçbir sebebe, masivaya gönlünü bağlamaz. Allahu a’lem bi’s-savab.)

İdaresinde ortağı olmayan şu kâinatta, beş duyu ile bilinen, hissedilen âlemde “varlığım bendendir” iddiasında bulunmak ne mümkün. Varlık konusunda Allah’a eş ve ortak koşma gibi bir gaflete düşmedim. Bu cihanın tüm zevk ve kederlerinin tümünü gördümse de bunların hiçbirine takılmadım, nefsimi arka çıkarak sahiplenmedim.

Üzerimde gerek fazilet gerek rezalet bahsinden her ne alamet varsa hepsinden geçmişim üzerlerine düşüp bunlar için de ciddi gayret göstermedim.

Cemâline edip insanı mir’at, kemâl-i hüsnünü seyran eden Dost’un, Osman Kemâli Efendi Hazretimin(himmetleri üzerimize olsun) dilinden zuhur eden işbu mânâsı ile cümle ehibbâya ta’zim ve muhabbetle selâm olsun efendim.