Naat-ı Seyyid Yahya-yı Hâşimî

Gönüller sultânı, aşk ve irfân menba’ı, Pîr-i Sâni-i Halvetî Seyyîd Yahyâ-yi Şirvânî Dedemizin Farsça manzûm eserleri arasında yer alan “RİSÂLE Fİ SALAVÂTİ’N-NEBÎ Sallallahu Aleyhi Vesellem” başlıklı müseddes kadîdesi ve devâmında gelenler, ol Hâdî-i Âlem ve Menba’-i Nesl-i Âdem hazretini, devrindeki nefesinden dinlemek isteyenlere şifâ niyyetine ikrâm olunmuştur.

O Hâlik ki yoğ iken vâr eyledi ettik zuhûr
Kendini isbât için cihânı eyledi pür-nûr
Aşk yüz gösterince âlemi bir coşkudur tuttu
Hûb cemâlin şûlesi cihanda karanlığı yuttu

Kim ki “O Dost’tan her dem huzur bulayım” der
Ez-cân u dil ber rûh-ı Ahmed salavât ver

Ol Kerîm ki kudretiyle nice feleği döndüren
Cümle afâkı sırlar içinde sarhoşa döndüren
Kendi sırrını, insan gönlüne yakîn gizledi
Huzurunda cümleyi âciz hem hayrân eyledi

Bin cân ile bende ol Muhammed’e ﷺ el ver
Ez-cân u dil ber rûh-ı Ahmed salavât ver

Acâyip bir arza yaydı manâyı pek derindir
Hazîneyi iste bu hânede ki talep yeridir
Bu dâr-ı mihnet içre rahat mı bulunur
Yârın Hak divânında adın sanın unutulur

Durma oynat dudağını burası sevinçli yer
Ez-cân u dil ber rûh-ı Ahmed salavât ver

Kendi kereminden Hüdâ nice nimet dolu sofralar verdi
Rehnümâ-yı râh-ı Hak olsun diye Muhammed’iﷺ verdi
Kim O’ndan uzak durursa Allah’a yol bulamaz
Kimin bunda şüphesi varsa onda akıl bulunmaz

Kim ki rûz-i cezâ’da O’ndan şefâat bekler
Ez-cân u dil ber rûh-ı Ahmed salavât ver

Cümle yârân-ı Muhammed ﷺ âgâh kimselerdir
Her biri Hak yolunda kılavuz hem yol bilendir
Körü körüne inâd edenlerse gâfildir ya câhildir
Ömrünü hevâya veren sarhoşlar bunu ne bilir

Ne mutlu ferâh gönüllere ki îman içindedir
Ez-cân u dil ber rûh-ı Ahmed salavât vir

Sıddîk gibi sağlam takvâlı kimse yoktur
Hem Farûk gibi temiz tâkî kimse yoktur
Mîr Osman ki O’dur nâşir-i câmi’-i Kuran
İhsânda Haydar gibi bir er bulamaz arayan

İki cihanda başın yüce olsun istersen eğer
Ez-cân u dil ber rûh-ı Ahmed salavât ver

O iki şehzâde, iki şehîd hem merhum
Şefâatleri makbul, iki maktûl, masûm
O iki kâmil, iki mükemmili bilmemek olmaz
Zîrâ onlarda zerre miktarı hata bulunmaz

O yüce Resul’ü aşk ile sevenlerdensen eğer
Ez-cân u dil ber rûh-ı Ahmed salavât ver

Yahyâ-yı Hâşîmî müflîsdir, öyle bir ameli yoktur
Gece gündüz gam, keder elinden esâreti çoktur
Dost’un merhametinden başka ümmîdi yoktur
Yâ ilâhî! Kerem eyle taksîrâtı pek çoktur

Az çok demeden cümle muvahhîdi mesrûr eder
Ez-cân u dil ber rûh-ı Ahmed salavât ver

Ve’s-salavât-ı safîyât ve teslîmât-ı vâfiyât ol hulâsâ-i mahlûkât ve zübde-i mevcûdat hazretine olsun ki tevhîdin yegâne mütelezzîzi O’dur.

O’na yakın olmak lezzet
O’ndan uzak olmak hasrettir
O’nunla yoldaş olmak hayat
O’ndan ayrı düşmek,
Hayat rüyâsında nefisle bir başına kalmak
Ölümün ta kendisidir.

İki cihânın her neresinde bir teşevvüş, karışıklık, bulanıklık varsa orada mutlaka Sevgili’nin terkinden bir iz vardır ve yine iki cihânın her neresinde güzel bir iş, saf duru bir ayna varsa orada mutlaka ay yüzlü Sevgili’den bir koku vardır.

O’nu sevenlerin ismini anıp anıp yanışları derecesinde, henüz O’nu tanımayanların gafletleri derekesinde, bekâsı ile kâim, aşkı ile dâim, eksilmeyen bir salât ve selâm olsun, kendinden kendine…


Olam dersen sen ümmet
Sallû ‘alâ Muhammed
Bulam dersen sen himmet
Sallû ‘alâ Muhammed

DİĞER NAAT

Bir dem geldi ki Resul-ü kâinât
Bu âciz önünde nice mübeşşîrât

Dedim: Ey yolda kalmışlara mededkâr
Ey resul-u rehnümâ-yı talepkâr

Ey ki cümle eşyânın hayatı sendedir
Âlim-i gayb u şehâdet nuru sendedir

Cümle ehl-i hizmetin serf-firâzı sensin
Cümle peygamberlerin asıl canı sensin

Sana muallim oldu üstâd-ı melek
Hizmetindedir melek hem felek

Mah u şems senin yüzünden rûşendir
Arş u kürsî harmanından bir dânedir

Zâhir ve bâtın harman yerindir senin
Enbiyâ hep dergâhından isterler senin

Cümle yaradılmışın aslı sen gelmişsin
Maksâd ü maksûd âlem için gelmişsin

Her şeyin câmîsidir senin kitâbın
Hakikatin cümlesi içinde kitâbın

Tâ böylece “Habîbîm” dedi sana Hudâ
Yolunu şaşırmışlara olasın reh-nümâ

Bu esîr ü bî-nevâ ben sendenim
Ezelden bu yüze âşık gelmişim

Amelimle bakacak bir yüzüm yok sana
Yine de senin aşkın hep yoldaş oldu bana

Kabulumdür her taksîrât bendedir ey Resûl
Kerem eyle! “Ümmetimdir” de eyle kabul

Rûy-i siyâhım sek-i kûyinem senin
Mutekîfinim daim bu kûyinde senin

Bu sek-i kadîminden yüz çevirme
Kimsesiz bu sekî kapından kovma

Neyim varsa mahsülüm dergâhın gelir
Her dâim ümmîdim makamından gelir

Bu dergâhından başka kapım yoktur
Affından başka gidecek yolum yoktur

Her hâlim için affınla yol gösterensin
Hâlim malumundur beni işiten sensin

Cennet ki vaad eylemiş onu zü’l celâl
Senin makamındır budur âyine-i hâl

***

Zâyıflığımı âcizliğimi iniltimi işitince o Resûl
Ümitsizliğim rahmetini celb eyledi usûl usûl

Hemen buyurdu kabul sâhib-i kerem
O’nun kabulü ile olmuşum muhterem

Hatamla günâhımla eyledi kabûl
“Sen bizimlesin” dedi ez râh-ı usûl

Çünkü izzetimize bağlılığın tamdır senin
Benim iki âlemde yol gösterenin senin

Muhabbetimiz miftâh ola sana cümle hâl
Hâlden yana bir yol bulamaz ehl-i kâl

Canlar canına varır yolumuz
Ondan “Li maallah” olmuşuz

“Li maallah” bize muhabbetendir
Maksad ve maksûdun bizdendir

Kim âgâh olmamışsa bu yoldan el-hak
Ukbâda heybesi boş kalır muhakkak

Habîbin muhabbetine düşer gıdâ-yı Dost
Muhabbet uzak olana düşer redd-i Dost

Olam dersen sen ümmet
Sallû ‘alâ Muhammed
Bulam dersen sen himmet
Sallû ‘alâ Muhammed

Bir şâir olarak Itrî

Bir şâir olarak Itrî

Büyük Itrî’ye eskiler der:
Bizim öz musikimizin pîri,
O kadar halkı sevkedip yer yer
O şafak vaktinin cihângîri

Bir “Segâh Tekbîr” ile uyanıp “Segâh Salât-ı Ümmiye” ile ürperenler aşkına!… ‘Mâye Cum‘a Salâtı’ ile ‘Dil-keş Hâverân’ olup ‘Gece Salâsı’yla hâmûş olanlar aşkına!… Ve dahi Zât-ı Zülcelâl aşkına! O nûr-ı Nebî aşkına âyîne-i pâkteki temiz çehreler aşkına!…

Türk Musikisinin dahi bestekarı Buhurîzâde Mustafa Itrî Efendi Mevlevî terbiyesiyle yetişmiş olan bu büyük insan, aynı zamanda neyzen, hanende, hattat ve şairdir. Itrî’nin binlerce bestesi gibi Divanı da kayıptır. Günümüze az sayıda beste ve şiiri intikal edebilmiştir. İşte bunlardan biri olan ve yine Itrî tarafından Ağır Dûyek usûlünde Nühüf makamında bir tevşih olarak bestelenen aşağıdaki gazel, Itrî’nin hem şâirlik kudretini hem de eserindeki mânâ zenginliğinin peygamber sevgisiyle nasıl iç içe olduğunu gösteren güzel bir misal teşkil etmektedir:

Sâyesi düşmez yere bir böyle nahl-i Tûr’sun
Mihr-i âlem-gîrsin başdan ayağa nûrsun

Târik-i gülzâr-ı âlem mâlik-i mülk-i adem
Münkirîne mahz-ı mâtem mü’minîne sûrsun

Sensin ol şâh kim Süleymanlar kapında mûrdur
On sekiz bin âleme hükmetmeğe me’mûrsun

El benim dâmen senin ey rahmeten li’l-âlemin
Şöhretim isyan benim sen afv ile meşhûrsun

Padişah-ı evvelîn ü kıblegâh-ı âhirîn
Evvel ü âhir imâmu’l-enbiya mezkursun

Ya Resûlallah umarım diyesin rûz-ı cezâ
Gerçi cürmüm çoktur ammâ, “Itrî’ya mağfûrsun!

Şiirin bütününde hem Hz. Peygamber’in yüceliği ve sahip olduğu hususlar derin bir anlam örgüsüyle ifade edilmekte, hem de şairin O’na olan sevgi ve hürmeti samimî bir dille ortaya konmaktadır. Itrî’nin musikîsinde de Hz. Peygamber’e duyulan sevgi ve özlemin altın nağmelerle kâinata yayılışı vardır. Kalbimizi açtığımız takdirde, bu feyizden biz de nasipdâr olabilir, biz de tutuşabiliriz.

Gazele dair bir şerh denemesi için tıklayınız

Duru suyu bulandırma

Kendini bilene,
Ve (yine) onlar, çirkin bir iş işledikleri veya (günahlarla) kendilerine zulmettikleri zaman, Allah’ı anarak hemen günahlarının bağışlanmasını isterler. Zaten, Allah’dan başka kim günahları bağışlar ki? Bir de onlar, işledikleri (günah ve hatalı işleri)nde bilerek ısrar etmezler. [Âl-i İmrân, 135]

Sen, duru bir su gibisin; bu duru suyu, yaptığın kötülüklerle bulandırma, gönlünü örtme! Gönül gözünün önüne günah perdesini çekme; yapma bu işi.Tertemiz kişiler, gönül erleri, gönlünü seyretmek için onun etrafında toplandılar! Bu temiz insanlara karsı sen de utanç içinde kalma; sen de tertemiz ol, gönlünü utandırma!..Bak Gönül; “Fanî güzellere âşık olmaktan kendini çek!” diye nara atıyor! [Hz. Pir Mevlana]

Malumâliniz Efendimiz’in neseb-i şeriflerinde yer alan Hz. Adnan’ın torunlarından Hz. Mudar tarafından bugünkü isimleri verilen arabî aylardan ilk bahar anlamına gelen Rebiülevvel ayı temam oldu ve bugünlerde Rebiülahir’e (ikinci bahar) erdik elhamdulillah…

Dünya ikliminde bahar, güneşin yüzünü göstermesi, ağaçların çiçeğe durması, toprağın yeniden hayat bulması ile olur ya insan ruhunun baharı da Resulu kibriya efendimizin teşrifi ile olur; dolayısıyla ruhun baharı hep Rebiülevvel’dedir. İsterse gökten buz yağsın, yerde diz boyu kar olsun; gönlünü ısıtabilirsin Habib-i Kibriya’nın teşrifi ile… Ol sebepten kış ortasına da gelse Rebiülevvel bizim baharımızdır. O’nun cemali ile can bulan baharın akabinde gelen Rebiülahir’de dahi nebevi iklimden gelen gül kokularıyla mestiz erenler, kusurlarımız affola…

Yanarsam nâr-ı aşkınla yanayım Ya Resûlallah
Ezelden bağrı yanmış bir gedâyız Ya Resûlallah
Hevâ-yi nefsime tabî olup pek çok günah ettim.
Huzûra hangi yüz ile varayım, Ya Resûlallah
Şu kâfir nefsin elinden bu dil-i biçâreyi kurtar,
Yeter cürm-ü kabahatten usansın Ya Resûlallah
Kulun Leylâ’yı mahşer günü ehline eyleme rüsvay,
Bu dünyada günahından utansın Ya Resûlallah [236. Mestmp3]

Felekde hâsılı insan isen bir cânı incitme,
Günahkar olma Fahr-i âlem-i zî-şânı incitme

Ümmetinin günahlarından incinen bir kutlu nebînin hatrını gözetip şu cisimlerimizin ateş-i aşkıyla yanmaklığı niyazıyla


[ NEV-NİYÂZ ve DEDESİ ]

Maksadı âşıkların menzili cânân olur
İsmini yad eyleye vâlih ü hayran olur
Fani cihandan kesil ayine-i kalbi sil
Arsa-i mahşerde bil bir ulu divan olur
Etse tecelli eğer vuslata erişe er
Kafire kılsa nazar mazhar-ı imân olur
Aşk ile kim âh ede kalbini âgâh ede
Azmini dergah ede ol ulu sultan olur
Nakş-i âşık sana aşk haberin ver bana
Menkıbe-i evliyâ reşki gülistan olur

İbrahim Nakşi hazretlerinin (1641-1702) bir nutk-u şerifi ile başlasak perdeleri aralamaya cânım efendim?
Hayhay efendim… Ahmed er-Rifâî hazretleri yakınlarına “Sakın bana küfretmeyin!” dedi. Müritlerinden biri: “Aman Efendim, size nasıl küfredebiliriz?” deyince “Benim yapmadığımı yaparsanız bana küfretmiş olursunuz” buyurdular. “Maksadı âşıkların menzili cânân olur” diyoruz. Yani sevdiğin nerede, hangi haslette, hangi meşrepte konukluk etmişse SEN DE EĞER ÂŞIKSAN aynı hasletlerde konukluk etmen icâb eder.

Esasen aşk tam olduktan sonra bunların hepsi kendiliğinden hâsıl olmaz mı? Aşığın gözü sevgiliden gayrısın görür mü ki?
Malum yüksek makamdaki zatların beğendiği kimseye ve takdir edilen zevata giydirdiği kıymetli, süslü elbiseye HİL’AT derler. Ve aşk, mâşuk (sevilen) tarafından giydirilen öyle bir nurani hil’attir ki, mâşûkun onu giydirmesi âşıkın bunun içinde pişip maşukun cemâliyle hallenmesi, nefsine ait her nesi varsa yakıp atması içindir. Bu güzel elbise onda bulunduğu müddetçe pişip ayn-ı mâşuk olarak çıkmalı, aşk olarak zuhur etmelidir ki ondan bu hil’at kaldırılınca, kendisiyle kalmayıp mâşûkun sıfatlarıyla muttasıf olmuş (haliyle hallenmiş) ve nefsine müteallik (nefsiyle alakalı) her ne varsa cümlesinden geçmiş bulunmalıdır. Çünkü bu aşk senin malın değildir; ihsânîdir.(lütuf, bağış) Bu ihsan olan hil’at günün birinde senden alınınca altından ham olarak çıkarsan, işte o vakit, bunun kadrini bilememiş hem günahların bir büyüğüne dalmış olursun.

Harîm-i ravzanâ sürmüş iken ruy-ı siyahım ah
Yine cürm ü günaha mübtelâyım, Yâ Resûlallah
buyurduğu gibi Leyla Hanım’ın… Aşk elbisesinden sonra günahkâr kalmak !? Peki günah nedir üstadım?
Günah “Hududullah”ı yani “Allah’ın insan için belirlediği hayat çerçevesini, ilahi sınırları” çiğnemektir. Bu hal günahkârın dahi kalbini tırmalayan, iç huzurunu gideren ve başkalarınca da bilinmesi istenmediği bir haldir.

Aaah efendim bir de günaha alışmak var ki sormayın!
Günaha alışmak, hükümdarın sınırlarını yol geçen hanı yapmak demektir. Dünya nazarından düşünsek kim cür’et edebilir buna? Gelirler ve yakasına yapışırlar insanın. Hesabını sorarlar. Ama insan, Mutlak Hükümdarı unutuyor. Şah damarından daha yakın olanı, her an kendisi ile birlikte olanı, her an nazarları altında yaşadığı varlığı ve O’nun hesap gününü unutuyor….

Göz baka baka alışıyor. Kulak dinleye dinleye alışıyor. Dil konuşa konuşa alışıyor. Ağız yiye yiye alışıyor. Gönül katlana katlana alışıyor. Hayat yaşana yaşana alışkanlığa dönüşüyor. Bir de bakıyorsunuz sınırlar kaybolmuş, hayat günaha dönüşüvermiş …

Bir de zaman zaman günah işleme özgürlüğünden söz ediliyor. Bütün insanlar günah işleme özgürlüğüne sahip olsalar nasıl bir dünya doğardı?
Nasrettin Hoca yolda giderken eşeği başlamış pislikleri koklamaya. Hoca da hemen onları eşeğin torbasına doldurmuş ve boynuna asmış. Eh demiş ne yapalım madem sen beğendin, biz de esirgemeyelim. Hocanın bu tavrı eşekler için uyar da, eşref-i mahlukat olan Hazret-i insan için uyar mı bilinmez. İnsanın vücudu hasta olduğu zaman en güzel gıdalara bile sırt çeviriyor, olmadık şeyleri canı istiyor. Ama yakınları, sevenleri onlara zorla da olsa acı ilaç içiriyorlar, yararlı gıdalar veriyorlar. Canı ne isterse onu yesin, onu içsin demiyorlar. Eğer biz de insanları seviyorsak, onların içinde bulundukları hastalık hallerine karşı bigâne davranamayız.

Ey gönülden günah işlemeye istekli olan, nefsânî arzularını gizlice tazeleyen kişi, sen, imanı tazele, fakat yalnız dilinle söyleyerek değil de kalbinle tazele. Nefsânî istekler, şehvânî arzular tazelendikçe iman tazelenmez, çünkü şehvetin, nefsin dileğine uymak Hakk kapısını kapar, kilitler. [Hz. Pir Mevlana]

Bu hayat imtihan dünyasıdır, soruları yanlış anladığı aşikar olan canları uyarmak lazım dersiniz…
Bu hayat imtihan dünyasıdır. Altından kendini gözetmek gerek! Zehiri teneke kupa içinde sunmazlar. Günahı da şeytan öyle güzel bir ambalaj içinde takdim eder ki sana, için gider böyle: – Bak ne güzel! hadi yap şunu, işle şu günahı! böyle için gider, nefsin kışkırtır içerden; işte imtihan, orda belli olur

Hal böyle iken insan neden günaha devam eder ki?
Çünkü her günah tatlıdır, zevklidir, hoş gelir nefse… İmam Gazali de, Kimya-yı Saadet’te insanların “günaha yönelme – ondan kopamama” hallerini tahlil etmiştir. Hazretime göre göre canların günahlara müdavim olma sebepleri şunlardır:

– Ahirete hakkiyle inanmıyor veya şüphe ediyordur.
– Şehveti o kadar kuvvetlenmiştir ki, arzularının terkini ona söylemeye gücü yetmiyordur. Lezzet ve zevk, kendini o kadar kaplamıştır ki ahiret işinin tehlikesinden onu gafil tutmaktadır.
– Ahiret borç senedi gibidir, dünya ise eldeki nakit paraya benzer. İnsanın yaratılışı ise peşin paraya yatkın olup senedin vadesi gözüne uzak gelir. Gözüne uzak olunca kalbine de uzak olur.
– Mü’min olan her gün tevbe etmek azmindedir, ancak yarına kadar tehir eder. Önüne çıkan her arzusu için bunu yapayım, başka yapmam der.
– Günahın cehenneme götüreceği muhakkak değildir, belki afvolunabilir. İnsan genelde hüsnü zan sahibidir, şehvet kendisini kaplayınca “Allahü teala affeder” deyip rahmet ümid eder.

Bütün bunlar insanın kendi kendini aldatmasıdır. Günahına kılıf uydurmak için, kendi kendini ikna için icad ettiği suret-i Haktan görünen delillerdir.

Gaflet pamuğunu kulağından çıkar! Kurtuluş sesi geliyor. Günahın kara suyuna dalma, ab-ı hayat geliyor. Aşıkların ruhlarına yüzlerce salavat geliyor. Günahlardan arın da baştan başa mana balı ol, süt ol! Kendinden, kendi benliğinden fakir ol, yok yoksul ol! Çünkü ancak fakir ve yoksul olunca padişahtan vergi gelir, zekat gelir. İnsanın maddî varlığı olan balçık, gönül olmayı ister durur. Bu istek Hakkın rahmetindendir. Kuluna acıdığındandır. İnsanın namaz kılmayı arzu edişi, oruç tutuşu, hep Hakk’ın kulunu kendine çekişindendir. [Hz. Pir Mevlana]

Nefsi kulluk görevine çağırırsan tembellik eder. Fakat günah işlemeğe gelince çevikleşir. En iyisi bu yaramazı zindana atmak, her ne derse tersini yapmaktır. Onu kulluğa boyun eğdirmek için, açlık ve susuzluktan başka çare yoktur. Deve gibi yola gel de yük taşı, kulluk yükünü Allah kapısına çek. Deve kuşu gibi yükten kaçan kişi, hayat gülistanında ömrünün yapraklarını döker.

Eşref saatine yaklaşıyoruz, sizlerden dua bekleriz efendim?
Kalplerimizden mâsiva ihrac ola, gönüllerimiz ilhamat-ı rabbaniye havale buyrula, Ahlak-ı rezilemiz ahlak-ı hamideye tahvil ola…

Mevlam, bizlere makyajla saklanan sahte yüzleri, kamufle edilerek süslü kaplarda sunulan zehir içecekleri ayırt etme feraseti, yeteneği, kabiliyeti versin, idrakimizi güçlendirsin. Rabbimiz, bu hassâsiyetleri gönüllerimizden eksik etmesin! Yüreklerimizi, içinde bütün mahlûkâtın huzur ve sükûn bulduğu bir şefkat sığınağı ve rahmet dergâhı eylesin!

Muhabbet-i Ehli beyt-i Mustafa üzerlerimize sâyebân,
Vakt-i şerif, Haftaya bayram olan, sebeb-i gufran olan Cuma,
ömür ve şahsiyetlerimiz, ahir ve akibet,
zahir ve batınlarımız hayrola, aşk ola, aşk ile dola,
Aşkullah, Muhabbettullah, Marifetullah,
Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola erenler

Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,
sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .

Sözü çok olanın, yalanı dahi çok olur imiş;
Yüksek müsaadelerinizle

Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin
Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da
huzur bulasınız efendim