Kudüs’e doğru -2,
Doğrusu insanların İbrahim’e en yakını her halde onun izince gidenler ve şu Peygamber ve iman edenlerdir, Allah da mü’minlerin dostudur. [3:68]
İbrâhim içimdeki putları devir, elindeki baltayla.
Kırılan putların yerine yenilerini koyan kim?
Güneş buzdan evimi yıktı,
Koca buzlar düştü putların boyunları kırıldı.
İbrâhim güneşi evime sokan kim?
Düşmüş çilelerin son yaprağı da kucağına gül
Bin Nemrut yüklendi omuzlarına, bir Nemrut’un ocağını
Bin uşakla harlasalar ateşi, yine dönüşür İbrahim’e gül
Yanmaktadır, yakılmaktadır, kor olmuştur yürekler
Yeter ihya için bir selamın, Bağdat ile Şam’a gül
. . .
El-Halil şehri Kudüs’ün güneyinde, 32 km’lik mesafede, yitik sevdamız Filistin’in Batı Şeria’daki işgal bölgesinde yer alıyor. Yahudilerin dört kutsal şehrinden biri olan El-Halil, Judean dağı eteklerinde 930 metreye kurulmuş. 200.000 civarında Filistinli ve 500 yahudinin yaşadığı kentin yer aldığı bölge 1948’de varlığını ilan eden İsrail devletince Filistin Özerk Bölgesi olarak adlandırılır. Özerkliğe, işgale ve sınıra dair tanımlamaların dilsiz kaldığı yerde ise Filistin başlar. Telaviv’in refahından ve pervasızlığından geçip, duvarlar ardında tutsak edilmiş topraklara varılır: Cenin, Nablus, Tulkerim bir de içlerinde en sevgilisi “El-Halil”. El-Halil şehri, içlerinde en sevgilisidir, çünkü o “Dost’un makamı”dır.
Tıpkı Kudüs gibi üç kere takdis edilmiş, kutsanmış olsa da o’nu yeterince tanıyıp bilmeyiz. Hz. Davud’un ilk başkenti olan, üç dinin de kutsal saydığı El-Halil şehri beş bin yıllık tarihiyle; eski bereketli demlerinden iz kalmamış, Halil İbrahim sofralarına hasret, sessiz bir gerilimin ortasındadır şimdi.
M.Ö. 1800 yıllarında Allah’ın dostu Halil İbrahim Peygamber, eşi Sare validemiz ile buraya yerleşirler, burada vefat edip, buraya defnedilirler. Ardından oğlu İshak (a.s.) ile eşi, torunu Yakup ve onun oğlu Yusuf Peygamberler de El-Halil şehrine defnedilirler. Üç semavi din de bu elçiler silsilesine tek başına varis olmak istediğinden Halil şehri tarih boyunca farklı dinlerin yönetimi altında kalmıştır. Bu yüzden İsrail oğullarının da dost evi anlamına gelen “Hebron” olarak isimlendirdiği bu topraklar her üç dinden de izler taşır. 1187’de Selahaddin Eyyübi’nin fethiyle şehir asli hüviyetine kavuşur. Bu tarihten sonra Memlûklüler de, 400 yıllık idareleri döneminde Osmanlılar da şehrin imarına, ihyasına çok önem vermiştir. Bu devirde hacca giden Müslümanlar Kudüs’ten sonra El-Halil şehrine de uğramayı benimsemişlerdir. Kentteki bu canlılık birçok vakfın kurulmasını, külliyelerin inşa edilmesini ve hareketli bir ticari yaşamın oluşmasını sağlar. Osmanlı padişahları da gelip buradaki peygamber kabirlerini ziyaret ederler. Bu refahı, bolluğu Evliya Çelebi kendine has üslubuyla mübalağa ile aktarırken; burada Hz. İbrahim zamanından beri hiç sönmeyen ateşin üzerinde, “Çorba-ı Halil” denen nefis bir taamın piştiğini, her gün dağıtılan 7000 sahan ile evlerde hiç ocak yakmaya hacet kalmadığını anlatır.
El-Halil kadim tarihi dışında üzüm, incir, mermer ve cam üflemeleriyle ünlü. Eski şehir merkezi, dar sokakları, düz damlı evleri ve eski pazarları ile simgeleşmiştir. Şehirde iki Filistin üniversitesi vardır. Günümüzde Filistin bölgesinde yaşayan Müslüman Arapların akrabalarını ya da Mescid-i Aksa’yı görmek için, İsrail tarafına geçmeleri çok güç. Yanınızda pasaportlarınızla bir turist kafilesi olsanız bile yaklaşık 30 km. ötenizde bir camiyi ziyaret edebilmek için sıkı tedbirler almanız gerekiyor. Dönüşte tekrar İsrail topraklarına giriş yapacağımız için pasaportlarımız yanımızda. El-Halil şehrinin sokaklarında sessizlik ve tedirginlik var, etraf bakımsız.
Arada sırada eski zamanlardan kalma birkaç güzel yapı göze çarpıyor. Meydan sayılabilecek dört yol ağzında trafik biraz daha canlı ve açık üç beş dükkân var. Yarısı yıkılmış duvarlarda “Bekle Kudüs geleceğiz” yazıyor. Halil Camii’ne yaklaştıkça yolun her iki yanında harabe evler, boş dükkânlar sıralanmaya başlıyor. Bir zırhlı araç geçiyor önümüzden… İleri köşede bir kontrol kulesi, sokağın başında bir barikat, fotoğraf çekmek yasak… Bir zamanlar esnaf olduğunu düşündüğümüz üç beş kişi paslı kepenkleri inmiş dükkânları önünde sanki garip bir bekleyiş içinde bize bakıyorlar. Duydukları “selam” ile ancak geliyor emniyet hissi. Tek yaptıkları burada var olmaya çalışmak olan Araplar, nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturuyor. Halil Camii’nin, ya da külliyesinin hemen arka yamaçlarına ise son 50 yılda yavaş yavaş Yahudi aileleri yerleştirilmeye başlanmış. Bugün yaklaşık 500 kişi olan Yahudi nüfusu korumak için bölgede 1000 kadar İsrail askeri bulunuyor. İsrail devleti yine şehrin ve kabirlerin korunması için farklı tedbirler almış. Camiye çıkan yokuşun başında x-ray cihazından geçerek üzeriniz aranıyor, askerler tarafından çantanız karıştırılıyor. Güyâ Müslümanların güvenliği için caminin dört bir tarafına yerleştirilen kameralarla içerisi sürekli takip altında tutuluyor. 56 m. uzunluğunda, 33 m. genişliğindeki caminin bugün hayli küçük bir kısmı müslümanların ibadetine açık.
Giriş kısmında önce İbrahim Peygamberin eşi Hz. Sare’nin, içeride de Hz. İshak ile eşinin sandukaları yer alıyor. Biraz ilerleyince ayrı bir odada demir parmaklıkların ardında İbrahim (a.s.)’ın kabri var.

Hz.İbrahim'in kabr-i şerifi. Yahudiler ve Müslümanlarü kabri ziyarete geldiklerinde seslerini işitseler de aradaki duvardan birbirlerini göremiyorlar. Kabirler demir parmaklıklar arkasında kalıyor. Fotoğrafın sol üst kısmında gözüken pencere, yahudilerin ziyaret için kullandıkları bölümdür.
Sandukanın bulunduğu odanın diğer penceresi caminin sinagoga çevrilen bölümüne bakıyor. Bu kısımda ise Yakup ve Yusuf Peygamberlerin kabirleri vardır. 1994 yılına kadar tamamen ibadete açık olan caminin sinagoga çevrilen kısmını müslümanlar her yıl on günlüğüne ziyaret edebiliyorlar. Caminin bu şekilde bölünmüş olması yine güvenlik gerekçesiyledir! Bu cami 1967’den bu yana hemen hemen her yıl silahlı ya da silahsız çeşitli taciz, korkutma ve şiddet eylemlerine maruz kalmış. Ancak Yahudi yerleşimci Baruch Goldstein’in 25 Şubat 1994’te gerçekleştirdiği saldırı bir dönüm noktası oluşturmuş. Zira 1994 Ramazanında bir cuma günü sabah namazında fanatik bir yahudinin cemaate ateş açmasıyla 29 kişi şehid olur, 300 kişi de yaralanır.
Olaydan sonra mabed dokuz ay boyunca kapalı kalır. Sonrasında ise bugünkü uygulamaya geçilir. Tüm bu tutsaklıkların ve mahrumiyetlerin ortasında tam bir ironiyle “Hebron” ya da “El-Halil” ismi durur. Peygamberlerin dedesinin eteğinde, ezelden beri gelmiş olan tek dinin kuşatıcılığında oğulları ve torunları toplanamamıştır ne yazık ki. Toprakların kutsallığı üzerine çıkarılan kavgada tutsak, mahzun bir şehir kalmıştır geride…
HÂMİŞ: Geçen yıl bu vakitler teşrifiyle müşerref olduğumuz Filistin seferimizde sıcacık yuvalarının kapısını bizlere açarak, hasret kaldığımız misafirperverliği, izzet ü ikramlarıyla altında kalkamayacağımız mahcubiyetlere sebebiyet veren Zatari ailesine kalbi teşekkürlerimizle…
Bunlar da ilginizi çekebilir
https://umutrehberi.wordpress.com/2011/01/19/kuduse-dogru/
https://umutrehberi.wordpress.com/2011/02/23/kuduse-dogru-3/
https://umutrehberi.wordpress.com/2011/01/02/kudusun-sahiplerine/
İKRÂM: Kuds-i Şerif’te el-Aksa’nın içerisinde yer alan, “zaviyet’ül erbain” olarak bilinen hususi mevkide her cuma sabah namazını müteakip okunan mevlidi şerifi dinlemek ve kaydetmek nasib oldu. Lezzet almak isteyen canların istifâdelerine sunulur. (Kaydın bize ulaşmasına vesile olan Yasin İNAN kardeşimize baki meveddetlerle…)