Ayıb ettik

Aşka müşteri olana,
(Kusurlarından dolayı kendini) kınayan, pişmanlık duyan kimse hakkı için… [Kıyâmet, 2]

Gelmişem vahdet elinden aşk ile dîvâne ben
İçmişem câm-ı ezelden olmuşam mestâne ben

Ey aşk, benim bütün ayıplarımı, kusurlarımı gördüğün halde yine beni satın aldın. Bu ne kusurlu, ayıplı metâ, bu ne kusur görmeyen lütuf sahibi bir alıcı? [Hz. Pir Mevlana]

Eskimeyen Musikimizde “Beyâtî” aşkı terennüm eyleyen bir makam diye bilinir. “Geceye has” mânasındaki kelimenin aslı Arapça “beyt: gecelenen yer, ev”. Beyâtî âlemi, bize aşığın uykusuz gecelerini, yâd-ı hayal-i yâr ile geçirdiği gündüzlerini anlatıyor. Neyzen Hacı Emin Dedemiz, o olgun ve saf aleminden mektubumuza Beyâti nağmeler taşıyor. Gayet revnaklı, vurucu, nârin nağmelerden oluşan eserimiz sizi bu aleme girmeye teşvik edecek… Beyati peşrev, kendi başına bir âyin gibi derin ve pek mânidar bir eser; hele bir kulak verin; her dinlediğinizde yeni mârûzatlar, yeni niyâzlar işiteceksiniz. Sizlere asla yabancı olmayan halleri göreceksiniz…

Mutrıba sevdâsını halkın, Beyâti tâzeler,
Âteş-i aşkı devâm-ı şevk ile yelpâzeler.
[246. Mestmp3]

Daha yola çıktığımız ilk haftalarda [14. Mestmp3] bu eseri sizlerle paylaşmıştık, yeni şeyler söylemek lazım derken, tekrara mı düştük ne? Durun hemen ayıplamayın; Sohbet açalım, nefisten kaçalım, Hak nurunu saçalım.

[NEV-NİYÂZ ve DEDESİ]

– Yolumuzun büyükleri “Ayıp eden bizden, ayıp gören bizden değil” buyurmuşlar değil mi?

– Gözümün nuru Resulu Kibriya Efendimiz: “Kendi ayıbı, insanların ayıbını görmekten alıkoyan kimseye müjdeler olsun” buyurmuş daha ne diyelim… Hem bak giriş kapısına kocaman yazdık: Ancak kendini ayıplayan, kınayan nefse, yani insanın kendi kusurlarının ve eksikliklerinin farkında oluşunu bildiren “Nefs-i levvame” ye dâir ayet-i kerimeyi…

AZBÎ küstâhlıklar sende ayândır
Sen ben deme, daim hâl-i şeytandır
Ahde sabit kadem ehl-i imandır
Gördüğün ört, görmediğin söyleme.

– Hz. Pir Mevlana buyuruyor ki: “Allah bir kimsenin ayıbını yüzüne vurmak isterse, o kimseye başkalarının ayıbını söyletir.” Bu ne demektir?

– Demek oluyor ki ayıplı kimsenin ayıbını söylemek, yâ Rabbi benim ayıplarımı da yüzüme vur, benim ayıplarımı da fâş et, ortaya dök diye hal diliyle temenni etmektir. Mânayı muhâlifinden bakarsak “Ya huu, başkasının ayıbını görme sen, denizin dibinde inciler, taşlarla karışık olarak bulunur. Övülecek şeyler, ayıplar, kusurlar arasında olur.” buyuruyor.

Bak sana bir de Hâtem-i Esam Hazretleri’nden bahsedelim: Günlerden bir gün, zayıf, dertli ve perişan bir kadınla konuşuyordu. Kadın büyük bir heyecanla derdini anlatırken, kendisinden -gayr-i ihtiyârî- çirkin bir ses duyuldu. (Bırt sesi) Kadın, mahcûbiyetten bir mum gibi eridi, ezildi, mahvoldu. Şeyh Hazretleri ise, hiçbir şey duymamış ve fark etmemiş gibi muazzam bir vakarla kadına baktı ve elini kulağına götürerek:

“–Söylediklerinizi duymuyorum, çok ağır işitiyorum, yüksek sesle konuşunuz, bağırınız! Ben sağırım!” dedi. Kusurunun gizli kaldığını zanneden kadıncağız, bir anda hayâta avdet etmiş gibi ferahladı. Hiçbir milletin muâşeret adabınde bir benzeri daha görülmemiş olan bu nezâketi, Hâtem Hazretleri’ne “Esam: Sağır” lâkabını taktırdı. Zira bu hâdiseden sonra da Hâtem Hazretleri, o kadın duyup da mahcup olmasın diye halk arasında kendini sağır olarak gösterdi. Ancak kadının vefâtından sonra etrafındakilere:

“–Artık kulaklarım işitiyor; normal sesle konuşabilirsiniz!” dedi.

İşte böyledir Hak Dostlarının halleri…

Bir kul bu dünyada başka bir kulun ayıbını örterse, kıyamet gününde, Allah da onun ayıbını örter. [Hadis-i Şerif, Müslim, Birr-72]

– Cenâb-ı Hakk’ın bilhassa rûz-i mahşerde bizim ayıplarımızı örtmesini istiyorsak, biz de bugün O’nun kullarının ayıplarını örtüp onların mahcup ve rencide olmalarını engellemeye çalışmalıyız.

Ey Hak aşığı, sen de, insanların ayıplarını gören iki gözü kapa da, öteki alemi (gayb alemi) gören gönül gözlerini aç! Gözünü Hakk uğruna harca, herkesi kötü görme, görmediğini de söyleme, söyleme de gözüne bir başka göz, bir başka görüş verilsin. Şu halde madem ki kendinde bir dert, bir pişmanlık görüyorsun; bil ki bu, Hakkın yardımına, sevgisine delildir. Kardeşinde bir ayıp görüyorsan o ayıp, sendedir de onda görüyorsun. Dünya aynaya benzer. Kendini onda görüyorsun sen. Çünkü “inanan, inananın aynasıdır.” O ayıbı kendinden gidermeye bak. Çünkü ondan incindiğin zaman, kendinden inciniyorsun demektir. [Hz. Pir Mevlana]

– Hem Rabbimiz ism-i Settâr’ı hürmetine, biz kullarının nice günahlarını örtmüş ve onları kalpte gizli siyah noktalar kılmıştır. Bu da O’nun sonsuz yüceliğinden, merhamet ve lûtfundandır. Zira işlenen günahların eseri kalpte değil de alında kara bir leke sûretinde zâhir olsaydı, muhakkak ki hiç kimsenin bir başkasına bakacak yüzü olmazdı. Allah’ın kullu ve halifesi olan Hz. İnsan’a düşen de O’nun haliyle hallenmektir.

Büyük bir insan olan şu suret sahnesi alemde gece nasıl bütün renkleri örtüyorsa, küçük bir âlem olan “hazreti insan” için de gereken ayıp ve kusurları örtmede gece gibi olmaktır…

– Hastanın, misafirin duası makbuldur, hem icabet vaktidir, niyaz buyursanız da cân-ı gönülden amin desek olmaz mı?

– Sanadır niyazımız; Her çeşit noksan, ayıp ve kusurlardan münezzeh olan El-Kuddûs, Kulları mahcubiyette kalmasınlar diye ayıp ve kusurları örten Es-Settâr:

Ey affetmeyi çok seven El-Afuvv olan Allah’ım! Bizi affet. Ey eski ve karanlık dertlerimizin tabibi! İsyan derdimize de bir çare sun. Doğu ve batıyı uzak eylediğin gibi bizleri hata ve günahlardan uzak eyle. Ey ayıpları örten Allah’ım! üstümüzdeki bizim günahlarımızı gizleyen perdeyi kaldırma! Kaldıracağın bu perdenin arkasından, bütün çirkinliği ile görünecek iç yüzümüzü görme ve gösterme! Bizi bu hallerimizden kurtar, bize katından bir nûr ver, bu nurunla ruhumuzu senden gayrı olanlardan temizle! İmtihan zamanında bize acıyıp, katından bir destek ikram eyle! Başkalarında ayıp ve kusur gören gözlerimiz kapat. Bizlere Hakkı duyan kulak; hakikati gören göz nasip eyle.

Allâh’ım yazmak söylemek kolay; hatalarımızın yangınını yürekte hissetmeyi lutfeyle! Gözyaşlarıyla günah yangınlarını söndürüp kalp bahçemizi yeşertmeyi ikram eyle! Günahımız çok nisyânımız haddi aştı… Lâkin ümidimiz rahmetindir! “Ârif olan kusur ve kirlerini kişinin önüne sermez.” diyor bir velî kulun! Yâ Rab âriflerinde tecellin bu ise Zât’ındaki “es-Settar” sıfatının gölgesi altına al bizleri… Hani çocuk hatasını anlar da dudağını büker bakamaz annesinin yüzüne; bizim de yüzümüz yok… Lâkin: “- Ben, kulumun zannı üzereyim!..” buyuran Yâ Rahmân Yâ Settâr! ve Rahîm olan Allâh’ım îmansızlara dahî merhamet edip cömertçe nîmetler lutfeden Allâh’ım!.. Zâtından rahmet ümidi bekleyen şu âciz kullarını mahzûn eyleme, senin ayın olan Receb-i şerif’in bereketiyle bütün günahları affolunmuş olarak, Şaban’a, Ramazan’a ve bir bayram sabahı vuslatıyla Zatı ilahi’ne kavuştur…

Muhabbet-i Ehli beyt-i Mustafa üzerlerimize sâyebân,
Vakt-i şerif, sebeb-i gufran, aleme bayram olan Cuma, mağfiret vesilesi Receb-i şerif, ömür ve şahsiyetlerimiz, ahir ve akibet, zahir ve batınlarımız hayrola, aşk ola, aşk ile dola, Aşkullah, Muhabbettullah, Marifetullah, Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola erenler

Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,
sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .


Sözü çok olanın, yalanı dahi çok olur imiş;
Yüksek müsaadelerinizle

Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin

Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da
huzur bulasınız efendim

9. Mektup

9. MEKTUP

Ankâzâde Halîl Efendi Köstendilî’nin dervişi Tûti İhsan Efendi’ye yazmış olduğu mürşîdâne mektupların dokuzuncusudur.

1mursidinmektuplari

Beşeriyyeti zulmetten nûra çıkaran “mü’min” ismini vererek, “kerremna” tâcı giydirerek “Ahsen-i takvîm” üzere yaratan ve onu “esfel-i sâfilîn”e düşmekten inayeti ile muhafaza eden Celâl, Cemâl ve Kemal sahibi Cenâb-ı Hakk’a sonsuz hamd ü senâ olsun.

Hem beşeriyyetin efendisi hem de efendilerin efendisi, yeryüzüne ve bütün âlemlere Rahmet, Şâhid, Beşîr ve Nezîr olarak gönderilen Resûlullah, Habibullah, Şefiullah Efendimiz’e en güzel salat ü selamlar tarafımızdan arz olunsun. Bu salat ü selâmın bereketiyle, sizlere ve bizlere nur-i hidayet ve nazar-ı muhabbet ihsan olunsun.

Gözümün nuru, gönlümdeki güzelliklerin muhatabı, nedimim, pek kıymetli evlâdım
, İhsan Efendi oğlum, Cenâb-ı Hudâ’nın selâmı, rahmeti, bereketi sizin ve ailenizin üzerine olsun.
Yazmış olduğunuz satırlar, sıhhat ve afiyetinizden haber veren cümleler bizleri mesrur eyliyor. Hele, şeyhinizin en son ziyaretindeki konuşmasını dinlediğinizde “Bir an karşımda sanki siz vardınız.” şeklindeki ifadeniz fakiri tebessüme sevk etti. Hayır dualarla sizi epeyce yâd eyledim.
İnşallahu’r-Rahmân hep güzelliklerle anılır ve daima Cenâb-ı Hakk’ın razı olduğu işlerle meşgul olur, hâdim olursunuz. Âşık Yunus’un dediği gibi: “Hepisinden eyice; bir gönüle girmektir!” Bir kimse Cenâb-ı Hakk’ın nazargâhı olmuş hatta O Zü’l-celâl-i ve’l ikram’a kalbi âyine olmuş kişinin gönlünde yer tutarsa Hakk Teâlâ meleklerine “Şu sevdiğim kulun kalbindeki şahsa ikramda bulunun, maddi ve mânevi müşküllerini halledip hizmette bulunun.” diye emr ü ferman buyururnuş. Yani sizin anlayacağınız oğlum, Allah-u Teâlâ’ya yakın olan kullar da gidilip himmet istenildiğinde veyahut dua niyaz edildiğinde, oturup öyle uzun uzun saatlerce duada bulunmazlar. O müracaatı sadırlarında bir şekilde muhafaza ederler. Ve eşref saati geldiğinde, Hakk Teâlâ ile mukârebeleri ve rabıta-ı kemalleri esnasında zaten Cenâb-ı Hakk sadr-ı velisinde bulunan bu müracaatı dile gelmeden kabul eder. İşte Âşık Yunus hem böyle bir kalp sahibinin gönlüne girmeyi hem de böyle gönül sahiplerinin safına dahil olmayı pek güzel ifade eylemiştir.

Rabbin ihsanına mazhar, İhsan Efendi oğlum! Nefs-i mülhime’den sana birazcık bahsetmiştik. Lakin mektubundan anladım ki biraz daha izah lâzım. Bu satırları okuyunca sakın anlayamadınız diye üzülmeyiniz zirâ izahatımızın sebebi nefs-i mülhime sıfatlarına daha fazla âşinalık içindir. Cenab-ı Hudâ idrakinizi ziyadeleştirsin. Hemen bir daha arz etmek gerekir ki, Evliyaullah Hazerâtının tâlim ettikleri yedi nefs derecesine Kur’an-ı Mecid’den âyetler işaret etmektedir. Sûre-i Yûsuf’ta geçen âyet Nefs-i Emmâre’ye, Sûre-i Kıyâme’de geçen âyet Nefs-i Levvâme’ye, Sûre-i Şems’de geçen âyet Nefs-i Mülhime’ye, Sûre-i Fecr’de geçen âyetler sırasıyla Nefs-i Mutmainne’ye, Radıyye’ye ve Mardıyye’ye işaret eylemektedir. Üzerinde düşünüle… Nefs-i Mülhime’ye gelince:

Kur’an-ı Kerîm’i Cenâb-ı Hakk’ın inayeti ile sadece kulaklarıyla duyup, gözleri ile görüp, dilleriyle okumakla kalmayan, gönülleriyle de âyetlerin hikmet ve esrarına yakiyn olan âlimler mânâları türlü türlü güzelliklerle bizlere aktarmışlardır ki Mülhime’ye işaret eden âyette de pek çok esrar-ı ilâhi vardır. Dikkat edilirse bu âyet-i kerimede Cenab-ı Hakk kelâmda “fe elhemehâ fücûrahâ ve takvâhâ” (sonra ona fücurunu -sınır tanımaz günah ve kötülüğünü- ve ondan sakınmayı ilham edene -andolsun- ki… Şems suresi,  8. ayet) buyurarak “fısk ü fücur” u evvele, “takvâ”yı sonraya almıştır.

Seyr u süluka giren dervişânın ekserisinin bu makamda ayakları kaymıştır. Şeytanın vesvesesini, nefsin fısk ü fücura davetini ilhâmat-ı Rabbanî zanneden birçok kimse öyle bir düşmüşlerdir ki, seyr u sülüktan önceki hallerini bile mumla arar vaziyettedirler. Allah Teâlâ Furkân-ı Mübîn’inde “Kur’ân’ı okumak istediğinizde şeytandan bana sığının!” buyurmuştur. Şimdi anlaşılmıştır ki; hem ayat-ı ilmiyye olan Kur’ân-ı Kerim’i okurken hem de ayat-ı kevniyye olan alemleri ve bu âyetlerin en büyüğü olan insanı okurken, şeytandan Allah’a sığınmak icap eder. Bu âyet aynı zamanda, Mülhime makamında olan kişinin “Allah’tan başka sevilecek ve meyledilecek nesne yoktur.” mânâsıyla tevhidi okumak demektir. Zirâ ilhâmatın menşei kalp ve gönüldür. Aşkın menşei de kalp ve gönüldür. Nasıl ki Kelime-i Tevhid’in başında “İlahlar yoktur.” denilip “İlla Allah vardır.” zikrediliyor ise bu âyette de en öce fısk u fücur zikredilip ancak bunlardan geçenlere Takvâ beyan edileceğine işaret vardır. Takvâ ne demektir? Sevdiğinden çekinmek demektir. Mahbubundan utanmak demektir. İşte bu Mülhime makamında kulun kalbinde Allah aşkı tulû ederse artık buradan “Mutmainne” ye geçmek Cenâb-ı Hakk’ın lütfu ile mümkündür. Kelime-i Tevhid’in Kitâbullah’taki bir başka ismi de “Kelimetü’t Takvâ” (Takva Kelimesi) dır. Üzerinde ârifâne tefekkür edilsin.

Hz. Mevlânâ Celâleddin Rûmi: “Gâfiller Allah’ı dünya semalarında arar, âşıklar ise kalp semalarında Hakk’ın Cemâlini müşahade ile meşguldürler.” buyurur. Bu makamda derviş o kadar müteyakkız, o kadar dikkatlidir ki başını öne eğer de ne kalbine doğru tam bakabilir ne de başını kaldırıp sağa sola anzar eder. Dışarıya nazar edemez, kalbindekinin ondan yüz çevirmesinden korkar. Kalbine de tam teveccüh edemez, zirâ kendinde, gönlündeki Sultan’a bakacak yüz olmadığını tefekkür eder mahcubiyetle boyuncuğunu büker bekler. İşte bu âyetteki (takva) kelimesi bu haleti de içine alır.

Ayân oldu ki ilhâmâta mazhar olan derviş bu takva üzerine adımlarını atmazsa Makam-ı Mutmainne’ye erişmek şöyle dursun; nefsinin ve şeytanın tatminiyle meşgul olup ayağı kayıp gider. Temkinli olmak ve söz dinlemek bu nev’i hallerden kişiyi muhafaza eder. Şeyhiniz size her hafta 70.000 Kelime-i Tevhid zikrini vermekle ve evradınızı sabah akşam okumaya sizi me’mur etmekle Allahu a’lem sizdeki sıyâneti (muhafazayı) ve Mülhime askerlerinin artmasını böylece muzafferiyeti temin eylemiştir. Bu söze icabet ederek zikirle meşgul olmanız sâir kimsenin zikir ile meşgul olmasına beklemez. Çünkü Kelime-i Tevhid sözünün bereketi, söz dinlemenin berekâtıyla birleşir, tesiri daha da artar.

Muhabbetli oğlum, Şeyh Efendi Hazretleri’nin “Etrafınızdakilere Allah ve Resûl muhabbetini neşredebilir ve sohbet edebilirsiniz.” diye izin verdiğini yazıyorsunuz. Evlâdım, rabıtanı tam eyle. İnsanların şerrinden, bulunduğun mekânın şerrinden Cenâb-ı Hakk’a sığınarak, senin şerrinden de etrafının muhafaza olmasını niyaz ederek sözünü dinleyebileceğini ümid ettiğin kimselerle sohbette bulun! Ma’lum, şu anda Balkanların durumu fevkalâde bozulmuştur. İnsanlar fırkalara ayrılmış böylece hem dinsizlerin hem de kendilerini dine mensupmuş gibi gösteren dinsizlerin ve Hıristiyanların oyunlarına daha kolay düşmeye başlamışlardır. Hatta üzülerek duyuyoruz ki, bazı devlet görevlileri de zulmederek halkı bezdirmişlerdir. Şeyhin sana bu ahval içerisinde yapman gerekeni söylemiştir. Eskiden olsaydı, kişi bu esmâda iken seyr u sülukunda bu merhalede iken böyle vazifeler verilmezdi! Şimdi ise durum farklı. İslâm aleminin vücudu kan kaybetmekte… Bir insan oluk oluk kan kaybederken ehil bir tabib gelsin yarasını sarsın diye beklemez! Durumunu gören kişi hemen eline temiz bir çaput alıp yarayı sarar veya başka bir şekilde duruma mâni olur. Maalesef şu anki ahvalimiz böyledir.

Umuma açık olan yerlerde insanlarla sohbette bulun. Lâkin çok mahrem meseleleri açma. Zirâ insanlardan gizli yerlerde meclis kurarsanız halk size daha çok tecessüs eder yaptığınız iyi işlerinizi dahi kötülük zannedebilir. Halkın arasına karışırsanız, dikkat çekmemek için daha iyidir.

Ayrıca hüsn-i zan ettiğiniz, emniyetine güvendiğiniz kardeşlerinizden bazılarının evini sohbet mahalli edininiz. Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hakk zulmün arttığı firavun devrinde, Mûsa ve Harûn Aleyhimesselam’a tebliğin ve sohbetin yapılabileceği evler edinilmesini emretmiştir. Zirâ cemiyetin nüvesi ev ve ailedir. Din hayattan gayri değildir. Hayatın kendisidir. İnsanların ekserisi dini, mescid ve zaviyelerde ibadetle sınırlı görmektedir. Din, insan hayatının hem evvelini hem hâlini hem de âhirini tamamen içine alır. Evlerde yapılacak sohbetler bu düşünce tarzına da vesile olacak, ayrıca muhabbetinizi arttıracaktır. Unutmayınız ki Cenâb-ı Peygamber de bir müddet “Erkâm’ın Evi”nde irşadına devam eylemişlerdir. Bâr (yük) olmadan, yâr olarak siz de bu nev’i hizmete riayet eyleyin.

Mânâ’da (yani rüyada) çok görmek istediğin bazı zevatı görememen meselesine gelince, evladım! Bazen insan çok muhabbetinden dolayı da sevdiklerini rüyada göremeyebilir. Vazifelerini huşû ve huzurla ifâ eyle. Gerisini tabiî seyrine bırakıver, sükûnet üzere ol. Sakin ol ki, tecellileri fark edesin.

Evlâdım, iki cihanda azîz olasın. Azizlerle bukunasın. Zamanın ve mekânın izzeti senin aziz ahlâkına daima yoldaş olsun. Cenâb-ı Hakk seni nefsine, her türlü maddi ve menevi düşmanına karşı da aziz eyleyip zelil ve süfli ahvalden ve ahlaktan muhafaza eylesin. Dualarımız ve niyazlarımız her ne kadar zelil olsak da Aziz ve Muizz olan Cenâb-ı Hakk’ın razı olduğu ve dergâh-ı izzetinde kabul buyurduğu dualardan kılınsın.

Es-selâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu

10. Mektupta görüşmek üzere …