Cümle halk ile sulh ü salah üzere olmak kâbil midir? Bazen barış halinde olduğun bir kimseden fenâlık görüyorsun…
Bizim için düşman yoktur. Her yerde Hakk’ı gördüğümüz için kimseyi tahkir edemeyiz. Mademki dervişim diyorsun, herhangi bir kimseden sana gelecek veya gelmiş bir kötülük için, “bu bana Allah’ımdandır” demelisin. Meselâ “Ümit Bey zinâ etti” deseler hiç alakan olmayan bir şeyle suçlandığını görünce herhalde bir başka hatâm yüzünden Cenab-ı Hak beni bu suretle ikâz ediyor ve mürşidim beni uyanıklığa davet ediyor” dersin. Bu iftirayı bir terbiye kabul ederek gider söyleyenin elini öpersin. Bu kâbil olmazsa kalben hoş görüp o kimsenin daima iyiliğini istersin. Hak kulunu, kullar vasıtasıyla terbiye eder.
Onun için bir derviş olanı Ahmet’ten Mehmet’ten bilmez, Allah’tan bilir. Mâdemki lâ fâile illa hu (Allah’tan gayrı fâil yoktur) diyorsun bu takdirde vâsıtayı görmemen icap eder.
Ettik bir hata erenlerim, bir kimse elde ettiği manevi makamdan, mertebeden düşecek olsa bir daha terakki edemez mi?
Niçin edemesin. Düşmez kalkmaz bir Allah. Kul hata edebilir. Allah ganîdir. Çalışanı, yalvaranı mahrum etmez. Düştüğünü anlayıp “öyle de battık, böyle de battık.. Battı balık yan gider” deyip oturmak olmaz. Gafürü’r-rahîm olan Allah affetmeye bahane arar. Bir gün olur, beni de affeder deyip ümit kesmeden çalışmalıdır. Nefs-i emmareye kadar düşeni bile yüksek mertebelere çıkardığı vâkidir. Sen aklını başına al, nefis sahilinden kurtul da, hakîkat deryasının içine dal, böyle bir denizde timsah korkusu yoktur. Aşk aynası paslanmamışsa, üstünde günah tortuları yoksa, iki dünyanın da şekli orada görülür.
Kolay değil bu işler dedem, bize aşk lazım… Aşk nasıl elde edilir?
Aşk, ders ve tâlim ile olmaz. Gayretle, çabalama ile ele gelmez. Çünkü aşık, aşkın gereği üzre iradesiz olarak yürür. Aşıklara dostun güzelliği hoca olur ders verir. Aşk öğretir evladım, sen hele yolda dura gör, Mevlam görelim neyler…
Dedem pek güzel ve pek iyi pend û nasihatler ediyorsun amma; ne olur cüretimizi mazur görün, insan sormadan da edemiyor…
Anladık erenlerim… Diyeceğin o ki: nasihatler ediyorsun lâkin evvela bu pend û nasihati kendi nefsine et de sonra ihvana et, zira ki insanın kendi nefsi cümleden akdemdir demişlerdir… Ve bu sözler ile halkı kendine tâbi kılmak ve kendine cümleyi hayran etmek arzu ediyorsun… Ve kendini makam-ı izzet ve mertebe-i bâlâda bulundurmak istersin. Halbuki izzet-i nefse lâyık değildir. Hudâ-yı mute’âl hazretlerine lâyıktır. Nefse lâyık olan acziyet ve ubudiyettir aziz!
Pes pek ağır oldu bu ithamlar ama gönlümüzü sakınmak gerekmiş…
Eyvallah dervişim… Evet öyledir, pek doğru ve güzel buyuruyorsunuz, lâkin bu kelamları, bu yüzsüz asi, kendi kitabımdan söylemiyorum., pirân-ı izâm hazeratının kelâm-ı kudsiyeleri ve kelâm-ı kibâr olarak onlardan nakl û hikâye ediyorum, yani ehlullah metâını satar bir tellâl-ı sûk-ı sultân-ı aşkım. Bundan fakire “tellaliye” olarak ne kalır ise bin bereket versin diyeceğim azizim. Yoksa hâşâ summe hâşâ Hazreti Pir Mevlana efendimizin buyurdukları gibi öyle bir takım efsun ve kelâm-ı marifet ile insanların kalplerine mâlik olalım ve onları kendimize tabi edip dünyada izzet ve rif’at bulalım için değildir…