Ölmeyi ve yeniden hayâta dönmeyi bilmediğin sürece, bu karanlık dünyada üzgün bir yolcusun…
[J. Goethe]
Dalganın su olması için ölmesi gerekmez; O zâten sudur…
[Abdal Kadrî]
Ölümlerden ölüm beğenmek
Ölüp ölüp dirilmek ne demek?
Hem kaç kere ölebilir ki kişiliğiyle biriken insan?
Kelâm-ı Kadîm her gece olduğunu kesin söyler:
Ve HUvelleziy yeteveffâkum bi’l-leyli
O’dur ki sizi (kendinizi öyle sandığınız kişiyi)
gecenin (vahdet örtüsü) içinde
vefat (beden farkındalıksız yaşam) ettirir
Ve İnsanlığın Sevinci’nin dilinden bu gerçek mühürlenir:
Uyku ölümün kardeşidir Bütün insanlar (kişi hâliyle) uykudadır (Öyle bir kişi olmadığı hakikati ayan olup) Ölünce derhâl uyanırlar
Dar gelen kişilik balonundakine
Bir musibet değince ne söylemesi beklenir?
İnna lillah
(O’na ait isimlerin açığıa çıktığı bir eylem olarak var görünüyoruz)
Ve inna ileyhi raciun
sıfatlarını batına çekince görüntü perdeye döner
Her gece ölüyoruz
Rüyasız derin uykularda
Her nefes alışta O’nunla doluyoruz
Denizde bir dalga yükseliyor
İnna lillah
Direği yelden yapı dayansa dayansa ne dayanır a güzel…
[Cenâbı Mevlevî]
Her nefes verişte
Hayat çekiliyor damarlarımızdan
Balon sönüyor
Dudağımda sıcak bir gülümse
Rabbânî latîfe anlaşıldı işte diye
Ve her nefes ölüp ölüp diriliyoruz işte
Elhamdulillah
Öldükten sonra diriltene
Yaşayan kimmiş bildirene
Her nefes
O’ndan O’nunla O’na
Döner dururuz
Elhamdulillah
Ölmesini bilmeyenin yaşamaya hakkı yoktur!
[Fahreddin Efendi]
Aldanma Gönül, Her can ölümü tadacaktır sonra bize döndürüleceksiniz. [Ankebût, 57]
Her cana ki ölümü takdir etmiştir Ezel,
Hakk’ın sevdası ile ölüvermek ne güzel!
Kalbim yine üzgün seni andım da derinden;
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden!
Üzgün ve kırılmış gibi en ince yerinden,
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden!
Senden boşalan bağrıma gözyaşları dolmuş!
Gördüm ki yazın bastığımız otlar solmuş. Son demde bu mevsim gibi benzimde kül olmuş.
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden!
“Hafıza-i beşer nisyan ile malûldür.” demişler. İnsan bu, unutmak (bir haliyle alışmak) hastalığı ile eksik ve yaralı… Bu yüzdendir ki her dâim bir hatırlatıcıya, bir uyarıcıya muhtaç… Her gün gelip giden gündüz gece, her yıl değişen mevsimler, sonbahar ve kış ile ölümü, bahar ve yaz suretinde öldükten sonra dirilmeyi çağrıştıran ve hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan insana “ölüm var!” dedirten fırsatlardır.
Bitmez gibi bir zevk verirken beste Bir tel kopar âheng ebediyyen kesilir
Oysa her gün karşılaştığımız “vefat haberleri” bizlere nebevî bir ifade ile “ölümün ne güzel bir öğüt” olduğunu haykırır durur.
Her fâninin ölümü bir yaprak gibi kopmakta ömrümüzden, hazan mevsiminde kayıtsızca düşen yaprakların kime ne minneti olabilir… Hani insan hiç ummadığı bir anda bir haberle sarsılır ya bir haberle dünyayla olan bağınız kökünden kesiliverir…
İşte öyle oldu erenlerim, göçtü canlar, Hafız Yahya Soyyiğit Hakka yürüdü…
Hamele-i Kur’an, bestekâr, kasidehân, neyzen, Türk Tasavvuf Musikisinde bir gonca gül, bir güzel insan Yahya Soyyiğit (1965 Trabzon-24.10.2010 İstanbul) şimdi Ümraniye Kocatepe’de hayat-ı maneviyyesi ile zinde, O’ndan bir nevâ bekleyenler için ise hamûş oldu erenlerim…
40 yaşında nâsib olan hac farizasının akabinde zuhûr eden beyin kanseri neticesinde “yâr ile vuslat eyleyen” İstanbul Tarihi Türk Musikisi Topluluğu hanendelerinden El-Hacc Hafız Yahya Soyyiğit üstadı dosta doğru uğurladık.
Kendileri, kelâma sığmayan hâl ehli, Ademoğlu Adem bir Melâmi dervişi idi. Cenab-ı Allah’ın Hz. Davud’a verdiği ses, Hz. Yusuf’a verdiği güzellik, Hz. Eyyüb’e verdiği sabır O’na da verilmişti. Kelam-ı Hakla sohbet eder kelamı Hak’dan dinlerdi.
Bu kadar güzelliklerin içinde en çok da tevazusuna hayran olduğum üstadım, ahirette de ne olursun bizi de “ihvân-ı bâ safâ kardeşler” safına alıver…
Aah erenlerim, lezzet o dur ki tatmayan bilmez. Kalplerin lezzeti, üns ve ülfet oluklarından akan feyizli seslerdir, hele bir kulak verin Hazretim Hasan Fehmî Efendi divanından ne söyler:
Firkatin nârıyla yandım Yâ Resullah medet Vuslatın aşkıyla doldum Yâ Resullah medet Nice takat getirir ol dil senin medhin duyar Yandı gönlüm külhan oldu Yâ Resullah medet Rûz û şeb ağlar dururum çağırırım el-amân Bâb-ı lütfundan kerem kıl Yâ Resullah medet Derd senin dermân senindir yoluna bunca gedâ Onun için can verirler Yâ Resullah medet “Men Reani” sırrına vakıf oluptur âşıkân Cümlenin murâdı sensin Yâ Resullah medet Nefsimin kesret-i cürmünden yüzüm daim siyah Günbegün artmakta isyan Yâ Resullah medet Bin hayâ ile kapında TÂLİBÎ şefkat umar Eyle ihsân kıl şefaât Yâ Resullah medet [261. Mestmp3]
Aşkı cemâl, cemâli nur oldu, nur ile bir oldu, seven sevdiğine perdesiz kavuştu… Geride bıraktığı gözü yaşlı sevdiklerine ise “Seven, sevilen ve sevgi bir oluncaya dek aşk olsun” niyazı kaldı.
Halini sorduğumuzda buyurduğu: “Alvarlı Efe Hazretleri : “Sabır kıl her belaya, rahmet-i Rahman’ı incitme.” diyor. Her belaya sabret, Allah’ı incitme. Demek ki belalar, Allah’ın ehl-i tevhid’e bir imtihanıdır. Eğer sabretmezse, isyan ederse, bu bela nerden geldi, beni mi buldu, ben böyle mi olacaktım derse Rahmet-i Rahman’ı incitirsin diyor. Ehl-i Tevhid “la faile illallah” der. Her fiilin sahibi Allah olursa rahat eder ehl-i tevhid. Bu demek değil ki “Nasıl olsa her fiilin sahibi Allah, o zaman boş ver, aldırış etme!”. Ehl-i Tevhid günün şartlarına göre bu ezalar ve cefalar karşısında ne yapılması gerekiyorsa yapacak ama feryâd etmeyecek, isyan etmeyecek… Rabbim bütün dostlarımızı, kardeşlerimizi, nefsin şerrinden muhafaza eylesin. Hastalıklardan muhafaza eylesin. Hastalık derken hem maddi hastalık, hem de görünmeyen ve esas hastalık olan nefs hastalığından, gaflet hastalığından muhafaza eylesin” satırlar, fakire O’ndan kalan son hatıra oldu…
Ömür tükendi, Yahya Soyyiğit, sabır, tevazu ve teslimiyet ufuklarında hoş bir sedâ bırakarak göçtü efendim…
Ömür tükendi ise Allah başka bir ömür verir. Geçici ömür kalmadıysa işte şuracıkta tükenmeyen, ölümsüz ömür. Aşk, hayat suyudur, bu suya dal! Bu denizin her damlasında başka bir hayat, başka bir ömür var… Ömrünün ölümle sona ereceğini sanma! Bedenin ölür ama sende bulunan gerçek ben “ilahî emanet” ölmez. Çünkü sen Hakk’ın sıfatlarında yaratılmışsın. Allah’a ne son vardır ne de sınır. Ecel, kafesi kırar ama kuşu incitmez. Ecel nerede, ebedî kuşun kanadı nerede? [Hz. Pir Mevlana]
Rabbimiz bizleri de kâinâtı ilâhî muhabbet gözlüğüyle temâşâ eden “ölmeden evvel ölünüz” sırrına ererek hakîkat âlemine uyanan bahtiyâr kullarından eylesin!
Ortada ölüm konuşurken fazla söze ne hacet…
Söze yakışan da ağızların tadını kaçıran ölümü dinleyip sükût libasına bürünmek değil mi?
Muhabbet-i Ehli beyt-i Mustafa üzerlerimize sâyebân,
Vakt-i şerif, sebeb-i gufran, aleme bayram olan Cuma,
üzerimize gölgesi düşen farizayı Hac,
ömür ve şahsiyetlerimiz, ahir ve akibet,
zahir ve batınlarımız hayrola,
Aşk ola, aşk ile dola, Aşkullah,
Muhabbettullah, Marifetullah,
Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola erenler
Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,
sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .
Sözü çok olanın, yalanı dahi çok olur imiş;
Yüksek müsaadelerinizle
Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin
Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da
huzur bulasınız efendim
Bir nasihat tâlibine, Ben size iki vâiz (nasihatçi) bıraktım. Biri susar diğeri konuşur; susan nasihatçi ölüm, konuşan ise Kur’ândır. [Tirmizi, Menakib, 31] Yeni bir yıl ile giderek yaklaşmakta olan, susan nasihatçimiz ölüm, taliplileri için ten kafesinden kurtulmak, Yusuf gibi kuyudan çıkmaktır. Kâfire idam sehpası gibi gözüken ölüm mü’min için ölümsüzlüğe açılan kapıdır. Hz. Pir Mevlana ölüm neşesini şöyle anlatıyor:
Kuşa, kafesini bırakıp uçmak nasıl hoş, nasıl tatlı gelirse bana da ölmek ve bu yurttan göçmek öyle hoş, öyle tatlı geliyor. Bahçeye konan kafesteki kuş, gülleri, ağaçları görür. Dışarıda kafesin çevresinde ötüşen kuşlar hürriyete ait güzel güzel hikâyeler söylerler. Kafesteki kuş onları duyar, o yeşilliği görür de ne iştahı kalır, ne sabrı ne de kararı. Başını kafesin her deliğinden çıkarır durur, ayağındaki bağdan kurtulmak ister. O kuşun gönlü de dışarıdadır, canı da. Böyleyken kafesi açıversen ne yapar?
Ey seher vakti esen, ötelerden gelen! Ey hoş haberler getiren rüzgar! Müjdeyi ver de gönlümü al! Ey müjdeci! Elimde bir canım kaldı, o da sana feda olsun, onu da al!
Ey ısıracak dişleri kalmayan kahır! Ey kötürüm olduğu için yanımıza gelemeyen gam! Ey yüzlerce defa güldükçe gülen lütuf! Canlar zafere kavuştuğu için can da gülmede, cihan da!
Gaflet gömleğini yırtarak dünyanın gerçek çehresini gören büyük ruhlar için hayat bir imtihan, ölüm ise bir şeb-i arus, yani “vuslat” tır. Hak Teala bu Şeb-i arûs ve yeni yılın ilk günü vesilesiyle amellerimizi ve ahlâkımızı yağmur gibi temiz ve berrak bir rahmet, bereket ve hidayet vesilesi eylesin! İçinde yaşadığımız dünyadaki kir-pastan arınarak semâlara yükselen su gibi rûhumuzu ve gönlümüzü de tertemiz olarak yüce huzûruna erdirsin.
Ey Hak âşıkı! Sen güzellik Yûsuf’usun. Bu dünya da bir kuyu gibidir. Allâh’ın takdirine şikâyet etmeden boyun eğmek, sabretmek ise seni kuyudan çıkaracak, kurtaracak iptir. Ey dünya kuyusuna düşmüş olan Yûsuf! İp uzandı, onu iki elinle sıkıca tut. İpten gafil olma ve yakalamışken bırakma; çünkü ömür tükendi, akşam oldu. [Hz. Pir Mevlana]
Mevlânâ Hazretleri de, ölümün eşiğinde yaşayan, buna rağmen günlerini; hem dünyâ ve hem de âhirette fayda vermeyecek boş işlerle hebâ eden insana şöyle seslenmektedir:
“Kendine gel ey yolcu! Kendine gel! Akşam oldu; ömür güneşi batmak üzere… Gücün kuvvetin varken; şu iki günceğizde olsun cömertlikte bulun, iyi işler yap… Elde kalan bu kadarcık tohumu, yani ömrünün geriye kalan son senelerini iyi ek, iyi harca da; şu iki nefeslik şu fânî dünyadan sonsuz bir cennet ömrü elde edesin… Aklını başına al da; bu işi yarına bırakma. Nice yarınlar geldi geçti. Hemen tövbe ve istiğfar ile işe başla ki, ekin mevsimi, iyilik günleri büs bütün geçmesin. Öğüdümü dinle, nefis güçlü bir bağdır. Bizi iyilikten alıkoyar. Hak yolunda sana engel olur. Yenileşmek, kendini tamir etmek istiyorsan, eskiyi çıkar at; bedene ait isteklerden vazgeç; rûhânî zevkleri, mânevî heyecan ve lezzetleri ara…
Her ihlâs sahibinin sevgisini perçinle,
Kalbinde âriflerin muhabbetini dinle…
Gitme ümitsizliğe; ümit kapısı vardır;
Güneşler parlıyor bak; karanlık kapı, dardır..
Gönlün seni çekiyor ârifler meclisine;
Bedeninse, seni sokar çamura yine..
Aklını başına al gönüldaş sohbetinde;
İkbâl sahibi verir bahşişi servetinden… [223. Mestmp3 Gitme Ümitsizliğe…]
Mâdemki, her fânînin meçhûl bir zaman ve mekânda ölümü tadacağı muhakkaktır ve O’ndan kaçılacak hiçbir yer yoktur; o hâlde cümle canlar: “(Vakit kaybetmeden) Allâh’a koşun…” [Zâriyât, 50] sırrından nasib alarak rahmet-i ilâhiyyeyi yegâne sığınak edinmelidir.
Bu gelen, yeni bir yıldır. Ya Rabbi, kovulmuş şeytanın şerrinden bu yıl muhafaza olmayı istiyoruz. Ve içimizde, bize kötülüğü emreden nefislerimizle mücadelemizde senden yardım diliyoruz. Bizi sana yaklaştıracak meşguliyetleri nasîb et, ey celâl ve ikram sahibi Rabbim. Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbim! Hayatımızı ve ölümümüzü sâlih kullarına lutfettiğin bereket, nîmet, ulvî güzellikler ve sana vuslat ile müzeyyen ve mükerrem kıl! Gönül âlemlerimizi, Hz. Pir Mevlana Celaleddin-i Rumi gibi Peygamber vârisi Hak dostlarının feyz,rûhâniyet ve irşadlarıyla âbâd eyle!
El-aman ya hu,aşk ile ya(n) ya huu Vakt-i şerif, Aleme bayram olan Cuma, Hazret-i Pir’e bayram olan Şeb-i Arûs
canları aşka vardıracak yeni bir yıl, ömür ve şahsiyetlerimiz, ahir ve akibet,
zahir ve batınlarımız hayrola, aşk ola, aşk ile dola,
Aşkullah, Muhabbettullah, Marifetullah,
Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola
Şefaat û nebi cümlemize nasib ola efendim
Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,
sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .
Sözü çok olanın, yalanı dahi çok olur imiş;
Yüksek müsaadelerinizle
Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin
Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da
huzur bulasınız efendim