Hicaz Hatırası

Tariki Halvetiyye’nin Uşşaki kolu meşayihinden Hüseyin Vassâf Efendi’nin (1872-1929) Harameyn ziyareti (1906) esnasındaki gözlemlerini ve yaşadığı manevi zevki anlatan bir seyahatnamesi olan “Hâtıra-ı Hicaziye” şühûdî, târihî, zevkî bir eserdir.

Hüseyin Vassâf, yıllar sonra eserini temize çekerken yolculuk sırasındaki heyecanını, hacılar arasındaki telaşı, hatta ufak tefek kavgaları, bazen kısa süreli dargınlıkları ama her şeyden önemlisi manevi hazzın zirveye çıktığı ve sonunda kendinden geçecek kadar coşup ağladığı anları anlatırken sanki o günleri bir daha yaşamakta ve bizlere de yaşatmaktadır.

Asvan Vapuru ile İstanbul, Gelibolu, Çanakkale, Kıbrıs, Beyrut, Sayda, Portsaid üzerinden Cidde’ye vâsıl olurlar.

..Portsaid Mısır’ın Süveyş kanalından Bahr-i Sefîd’e çıkılacak bir yerinde Akdeniz ile Menzile gölü arasında şehirlerden bir şehirdir. Her yolcunun Portsaid’e çıkıp gezmesi serbesttir. İş ki ya şehirde veya vapurda illet-i sâriye olmaya…

Bir müddet sonra çarşıdan pek mebzul olan portakal aldık. Satanların kısm-ı a’zamı kadınlardır. Portakal soyduk, yedik ama kabuklarını atacak yer bulamadık. Her taraf temiz idi. Bir mendile kabuklarını koyduk. Sokakta çöp kovası aradık, bulamadık. Meğer her köşede var imiş. Fakat üstleri pek süslü olduğundan farkında olamadık. Kabuklar mendilde, mendil elde dursun, biz biraz gezelim.

Rıhtıma geldik; yanımıza bir adam yaklaştı. “Üçüncü sokağı gezdin mi? Gezmediysen gezdireyim” dedi. Güzel Türkçe konuşuyordu. Orada ne var, dedim. “Arzu olunan şeyler var” deyince derhal intikâl ettim. Ayol biz Haremeyn-i Muhteremeyn’e gidiyoruz. Bizim için böyle bir teklife marûz kalmak, inkisâr-ı kalbimizi mûcib olur dedim. “Aman efendi! Burası sizin gibi nice hacıları yolundan koyan bir yerdir” dedi. Herifi yanımdan def’ ettik. Meğer üçüncü sokak hafif kadınlar mahallesi imiş. Burada üç sınıf umumhâne olup her birinin fiyatı hükümetçe tayin edilmiş. Yolcuların ihtiyacât-ı zarûriyyesine karşı düşünülmüş imiş. Böyle bir iş bizden ırak olsun dedik.

Sandala atladık. Refîkim Hacı Nûri Efendi elindeki mendil muhteviyâtı portakal kabuklarını denize attı. Aman efendim! Sandalcı kızdı bize Arapça, “Siz hiç medeniyet görmediniz mi? Kabukları hemen denizden toplayınız.” diye sandalı durdurdu. Biz korktuk. Hem de mahcub olduk. Hemen denizden kabukları topladık. Refikim, (إن الله مع الصابرين) “Allah sabredenlerle beraberdir” dedi kızdı. Arap, (إن الله يحب الطاهرين) “Allah temiz olanları sever” diye cevap verdi. Meğer liman nizamnamesinde, liman dahilinde denize süprüntü atmak memnu’ ve cezâ-yı nakdîyi müstelzim imiş. Hem bizden hem de müsamaha ettiğinden dolayı sandalcıdan alırlarmış. Hulâsa-i kelâm kabukları elimizde vapura kadar getirdik. Portsaid’te portakal yediğimize yüz bin defa pişman olduk.

Bu satırları yazarken bizim İstanbul’da Balıkpazarı yemiş iskelelerini, sahillerini göz önüne getirdim. Envâ-ı muzahrafât arasında sandalların seyr ü seferlerini düşündüm. “Ya Rab! Bize de o kabiliyeti ver de adam olalım” diye duâ ettim.

… Vapurumuz, Cidde limanına demir attığı zaman etrafımızı sunbuk denilen yelkenli mavnalar sardı. Tayfaları gayet çevik kimselerdi. Hacılar sunbuklara doluyor; dolan sunbuk gidiyordu. Cidde İstanbul’dan Galata’nın görünüşü gibi meşhud oluyordu. Senbuklar kâmilen hacı dolu idi. Araplar yolda, yani sunbuk Cidde’ye giderken yolcularından sunbuk parası topluyorlar. Çünkü karaya yanaştığı gibi para almak zor, belki gayr-ı mümkündür.

Adam başına bir Mecîdî alırlar. Hacılardan bir kısmı on kuruş vermek ister; onlar muvâfakat etmez. İhtilâf çıkar. Bu sırada sunbuku bir kayanın üstüne sevkederler. Sunbuk kayanın üstüne oturur. Hacılarda hoşafın yağı kesilir, hemen düşerler. Cümlesi halâs olmak derdiyle paraları bi-tamâmihâ verirler. Sonra gemicilerden birkaçı kayanın üstüne atlar, omuzlarıyla dayanarak sunbuku yüzdürürler. Böyle acîb bir tedbirleri vardır…

… “Biz tesbih, kokulu yağ almayacak isek, Hicaz’a niye geldik” diyen ve Kabe’nin örtüsünü yavaşça kaldırıp Allah’ın yüzünü göreyim, memlekette sorarlarsa ondan haber vereyim arzusuna düşen saf-dilân hüccâc ekseriyeti teşkil ediyordu…

… Hüseyin Vassâf Hicaz Hâtırâsı’nda, aldığı bu manevi zevk ve heyecânı tekrar yaşamayı ve herkesin yaşaması için, nişane-i ziyaret olmak üzere gözyaşlarını oralarda yadigar bırakıp niyaz üzre eserini hitam buyuruyor: “Bu saâdet-i azîmeye nâiliyetteki bahtiyarlık her kula nasîb olmaz. Bir hümâ-yı devlettir, her başa konmaz. Âh, âh!… Cenâb-ı Hak tekrârını nasib buyursun diye duâ ettim. Fakat bu yollar kapanmıştır. Kalbimde ve ihvân-ı dînimin kalbinde muhabbet-i ilâhiyye ve muhabbet-i Muhammediyye’yi ibkâ buyursun. Âmîn!