32. Mektup

32. MEKTUP

Ankâzâde Halîl Efendi Köstendilî’nin dervişi Tûti İhsan Efendi’ye yazmış olduğu mürşîdâne mektupların otuzikincisidir.

1mursidinmektuplari

Rahmet ve rahmaniyetiyle cümle mahlûkatına şefkâtle ve muhabbetle muamele eyleyen, insanı halkeyleyüp kendi nurundan nur bahşeyleyen ve bu nur ile kendisine hidayet eyleyen, kendisi hidayet etmezse O’ndan başka bize hidayet edici bulunmayan, hidayet ve ibadet zevkini kuluna bahşeyleyen, verdiğini kimsenin almaya muktedir olamadığı ve kendisinin âtâ ve ihsan eylediğine asla kimsenin mâni olamadığı, Vehhab-ı Kerîm, Kâdir-i Kavi, Cenâb-ı zü’l-Celâl ve’l-Cemâl ve’l-Kemâl ve takaddes Hazretleri’ne hamdederim.

Sıratullah, hidayetullah, minnetullah, şerrefehullah, azzemehullah, ker- remehullah, nebîyyullah, şefiyullah, şifayullah, Resûlullah Efendimiz Hazretleri’ne salât ve selâm ederim. Âlinin, ashabının ve evlâdının hatta etba’ının bu salât ü selâmdan haberdâr olmasını Hak celle ve âlâ Hazretleri’nden niyâz ederim.

Esselâmu aleyküm İhsan Efendi oğlum,

Cenâb-ı Hakk sıhhat ve afiyetini ve razı olduğu sâlih amellerini sizin üzerinizde ziyâde eylesin. Halinizi ve hallerimizi her zaman hayır üzre iyi ahvâle tahvil eylesin.

İhsan Efendi oğlum, okumaya gayret ettiğin kitaplar, bilhassa dervişlik âdâbıyla ve bir dervişin günlük hayatında lâzım olan ahlâk ve ef’al ile alakalı eserler gayet güzeldir. İnşâallah okuduklarını amel olarak hayatına tatbik eder ve amellerindeki ihlâs ile de zahirini ve bâtınını ziynetlendiresin. Fakirden rica ettiğin âdâb hususunda zaten senin bildiğin şeyleri zikredeceğimi mülahaza ediyorum. “Lâ talebe ve lâ radde(Taleb etme, taleb olunca da reddetme.)” demişler. Sizdeki bu talebin Hakk’ın rızasına muvafık bir rica olması hasebiyle bizlerin de buna rağbet etmesi vacibdir İhsan Efendi oğlum.


Derviş dâimâ tahâret(temizlik) üzredir. Tahâretin ibadetle alakalı kısmı vardır, ayrıca sünnet-i seniyyeye uygun şekilde hayata tatbik faslı vardır. Fakat bu zâhirî tahâretin mânevi tahâret kısmıyla tamam olması da îcab eder. İbadetteki tahâret ma’lûm, namaz, necasetten tahâret ve hadesten tahâret olmazsa ve ilm-i hal üzre şartları yerine getirilmezse olmaz. Gözle görünür pisliklerden temizlenmek için necasetten tahâret, ayrıca ibadete yani Allah Teâlâ’ya kulluk için niyet edildiğinde bu emrolunan fiile hürmet kastıyla hadesten tahâret yapılır. Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Kerîm’inde abdesti ta’rif etmiş, şeklini ilan eylemiştir. Amma mü’min pis olduğu için abdest almaz. Allah’ın emrine karşı ta’zim(saygı ve hürmet) için abdest alır. Bu, ibadet faslı. Ayrıca derviş evini, etrafını temiz tutmakla mükelleftir. Hadis-i şerifte Efendimiz buyururlar: “Tâharet üzere olmak, rızka ve berekete vesiledir.”

Rızık denilince sadece yemek içmek anlaşılmaya. Mü’min hele hele derviş asla manevî katıksız yaşayamaz. Mânevi rızka mazhar olmak ve bu rızkın bereketini görmek temizliğe riayettedir. Bir de bâtını temizlik vardır. Gıybet, kötü söz, mâlâyâni, namahreme nazar, boş sözler işitmek, iftira, sû-i zan, yalan sözler dinlemek, şüpheli şeyler yemek de insanın tahâretini bozar. Temizlenmeden ibadette bulunmak, tesbihat ile meşgul olmak insanı Cenâb-ı Hakk’a yaklaştıracağına tahâretsiz namaz gibi uzaklaştırabilir. Kişi tövbe ile ve yaptığı yanlışlığı telafi edecek yani sildirecek başka bir amel ile temizliğini yapmalı ve tahâretine ziyâde dikkat etmelidir. Namazın evvelinde söylenen estağfirullah bu nev’î bâtını tahâret içindir. Ancak bu taharetler neticesinde kalbin temizliği muhafaza edilebilir. Hem zâhirî hem bâtmî tahâretin(temizliğin) aynı anda tatbiki gerektir. Birisini bırakıp biriyle meşgul olmak veya birini yaptım diye diğerini bırakmak kişiyi, bilhassa dervişi musibete uğratır. Musibete uğradığının en bâriz alâmeti Hakk’ın emrettiği yoldan ve itikattan uzaklaşmaktır. Hazret-i Osman Efendimiz bir gün huzuruna gelen kişiye “Git abdest al tekrar gel, hatta guslet.” buyuruyor. O kişi “Benim guslüm var, abdestim de var.” diye mukabelede bulunuyor. Cenâb-ı Osman Efendimiz “Sen kalk abdest al, guslet tekrar gel.” deyince, o kişi inatla ve küstahça “Ne oluyor ya Osman, şeriatı değiştirip yeni yeni kaideler mi ihdas ediyorsun?” deyince Hz. Osman Efendimiz usulcacık o adamın kulağına “Gelirken yolda falancanın haremine öyle bir şehvetle baktın ki o şehvetin izi ve senin vücûdundaki lekesi hâlâ durmakta. Git tövbe et ve Cenâb-ı Hakk’a ta’zim için abdest al.” diyerek ikazda bulunuyor. Herhalde bu misal ne demek istediğimizi ziyâdesiyle anlatmıştır. Herhalde bu misal ne demek istediğimizi ziyâdesiyle anlatmıştır.

Derviş dâimâ abdest üzredir. Abdestli ölen kişi şehid makamındadır. Zîrâ abdestli bulunmak huzurda bulunmayı idrak, bu idrak de kişiyi son nefesinde şehâdet makamında bulundurur. Tahâret sadece namaz ibadetinde yoktur. Zekât, oruç, hac hepsi tahâretle alakalıdır. Bu ibadetlerin tamam olmasında zâhirî ve bâtını tahâret, dikkatle bakılırsa, muhakkak vardır. Meselâ zekât temiz yani helâl olan maldan verilir. Haram maldan zekât olmaz. Zekâtın kendisi zaten malı temizler. Dikkat buyurursan helâl olandan yani temiz olandan temizlik. Bunu namaza teşbih edersek; haram kazanmamak necasetten tahârettir. Zaten temiz olan maldan infak etmekse hadesten tahârettir. İlmin de tahâreti vardır. İlmi ehlinden almak ve aldığı ilmi saf ve temiz şekilde sadra indirmek ilm-i zâhirî tahâretidir. O temiz ve tâhir olarak alman ilmi, muhlis insanlara ve hakîkî tâliplere vermek, verirken de kibirlenmeden, ben biliyorum iddiasıyla vermemek hadesten tahârettir. Hepsine nazar ettiğinde bu tahâret üzre infak edilen mal, tahsil edilen ve tâlime vesile olan ilim hep artık gösterir. Aynı zamanda bereketlenir. Zâhîren artık olmasa da bereket sırrıyla feyzyâb olunur. İşte buna göre diğer ibadetlerdeki tahâret sırrını kıyas edin. Bu bahsi irfanınıza terk ediyorum. Namaz hususunda şunu tekrar hatırlatmış olalım: Mümkün mertebe cemaatle namaz kılmaya gayret et. Cemaatin içerisinde imamete(imamlık) layık kişi varsa imamlık yapmaktan kaçın. Mescidde vazifen yok ise cemaatin içerisinden kendini çok belli etme. Mescidde namazlarını dikkat çekecek şekilde uzatma ve nafile namazlarını evinde kılmaya gayret et. Cemaate gösterme.

İhsan Efendi oğlum, sofradan doymadan kalk; Zaten bu sünnet-i seniyyedir. Derviş lokmasını hesab eder. Yahut lokmayı yedikten sonra onu nasıl hazmettiğine nazar eder. Bu mukarebe(kontrol)den sonra aksayan tarafını hemen ikmal eder. Yemeğe şehvetin varken ve isteğin varken ara ver. Yahut yemeği kendinde istek olmadığı vakit ye, âdet haline getirdiğin saatte yemeyiver. Nefsin idarenin kimde olduğunu anlasın. Yerli yersiz seni huzursuz eylemesin. Yediğin lokmalar ağırlık veriyorsa az dahî yemiş olsan yemeğe ara ver. Yediğin lokmalar sana ağırlık vermese de çok yemekten gene de sakın. Yemek yemediğin yahut oruçlu bulunduğunda asabî mizaçlı oluyorsan ve etrafındaki insanlara muamelen değişiyorsa nafile oruçlara ara ver. İftar et. İkindi namazını kıldıktan sonra yatıncaya kadar su içmemeye gayret et. Kahve veya şerbet içebilirsin. Hatta bazen zikrullahtan sonra ılık bal şerbeti içmek sıhhate vesile olabilir. Ayrıca zikrullah zevkinin vücûd ikliminde dâim olmasına dâ vesile olabilir. Amma soğuk olmaması şartıyla. Geceleyin yatarken abdestli olsan da ayrıca yatmadan evvel abdest al ve hattat iki rek’at namaz kıl. Yatağına besmele ile girdikten sonra sünnet olan tesbihatı yap, ayaklarını uzatmadan sağ yanma dönük ve başını sağ avcunun içine alarak sanki kabirdeymişsin gibi Hak Teâlâ’ya misafirliğe gidercesine gözlerini yumuver. Efendimiz buyururlar ki: “Nasıl öleceğinizi anlamak isterseniz nasıl yattığınıza bir bakın. Nasıl haşrolunacağınızı bilmek isterseniz nasıl uyandığınıza bakın.” Sübhânallah, ârif olan insan için ne muazzam bir beyândır bu. Eğer işin müsaitse geceleyin rahat uykundan ve yatağından hicret et. Gece ibadete kalktığında aileni ve etrafını haberdâr etme. Fakîrin size bir vasiyeti vardır. Gece namazı kılmak övülmüştür. Size tavsiyem geceleyin kalktığınızda hiç kazanız olmasa bile kaza namazı kılın. Belki sonunda nafile namaz kılmak iyidir. Bu husûsî tavsiyemin ileride faydasını göreceksiniz. Cenâb-ı Hakk bizleri ucûb illetinden muhafaza eylesin. Fefhem(anla). Şeyhine anlatamadığın lâkin kalbini meşgul eden rüyaların var ise daha evvelce de arzettiğim gibi görüşme imkânı bulamadığında yatsı namazını müteakip oturduğun yerde kıble tarafına teveccühen ma’lûm duaları okursun ve sonra da hafif bir sesle yahut içinden geçirerek rüyanı arzedersin. Usûl üzre rüyanın mânâsı zât-ı âlinize tâbir olunur. Böylece müşkiliniz hallolunur. Ayrıca istihare etmek isterseniz ma’lûm istihare dualarını okur ya uykuya geçer yahut oturduğun yerden bir müddet gözlerini yumup sükûnetle beklersiniz. İstiharenin neticesi inşâallah bu meyanda(sırada) size bildirilir. İstihare için uyku şart değildir Lâkin dervişler hele bu zamanda istihareden ziyâde istişareye ehemmiyet vermelidir.

İhsan Efendi oğlum, derviş yürüyüşüyle, oturuşuyla, kalkışıyla, kendine mahsus bir hale sahiptir. Fakir size bunu şöyle ta’rif edebilirim: Dervişi gören herhangi bir kişi önun oturuş kalkışından, hal ve tavırlarından bir mânâya gönül verdiğini ve üzerinde mânânın; mutasarrıf olduğunu, hulâsa sahibi olduğunu farkeder. Sahipli insanla sahipsiz insan arasındaki fark hareket ve sekenattan kendisini belli eder. Derviş böyle olmasına rağmen cemaat ve cemiyet içerisinde başka insanlardan farklı haller sergilemez. Dervişin zâhiri halkla, bâtını Hak’la olması, bu demektir. Lâkin halk benim mânâmı farketmesin deyu kalkıp da Efendimiz’in ahlâkına muhalif hareketlerde bulunmaz. Derviş bulunduğu mecliste insanlara huzur bahşeden ve kendisine müracaat edildiğinde huzur bulunan kişi olmalıdır. Dâimâ mahviyet üzre bulunmalı, en azından mütevazı olmalıdır.

Evlâdım, şeraitte mekruh denilen bir fiil vardır. Malûm mekruh, haram diye vasıflandırılan fiillerden sonra gelir. Tahrîmen mekruh ve tenzîhen mekruh diye ikiye ayrılır. Mekruh kelimesinin lûgattaki mânâsı çirkin görülmek, beğenilmemek demektir. Tahrîmen mekruh, harama yakın mekruh olarak terceme edilse de bu sözle kasdedilen Allah Teâlâ’nın kitabında ve Resûlullah Efendimiz’in sünnetinde haram olarak bilinen fiile benzer hareket demektir. Tenzîhen mekruh ise, insanların birbirleri arasında çirkin kabul ettikleri hareketler demektir.

Yani tahrîmen mekruh Hak katında, tenzîhen mekruh halk indinde kötü sayıldığı düşünülen fiilerdir. İşte derviş bu nev’î çirkinliklerden beri olmazsa ve bu sahada ihtimam göstermezse hem kendisine hem de mensûb olduğu yola laf getirir. Evliyâullahın bir sözü vardır: Taş atan bizdendir, taş attıran bizden değildir. Derviş taş attırmamalı ve bu sebebden yakınlık derecelerinden düşmemelidir. Zîrâ fitneye sebeb olmayacak şekilde hareket etmek mü’minin şanındandır. Efendimiz(sav) bu hususta hem îkazda bulunmuştur hem de bunu fiilen hayat-ı saadetlerinde en güzel şekilde göstermişlerdir. Dervişlik ve tasavvuf mesleği fi’il-i Muhammedî demektir. Yani Efendimiz’in ef’aline muvafık ve O’nun sünnet-i seniyyesi üzre hareket etmektir. Dikkat buyurduysanız musibetin bariz alâmeti olarak Allah’ın râzı olacağı fiillerden uzak kalmayı söylemiştir. O halde bir dervişin tarîk-i Muhammedîye’de feyzyâb olduğunun ve bu yolda istikamet üzre bulunduğunun en bariz alâmeti Efendimiz’in ahlâkı üzre bulunmaktaki muvaffakiyetidir. Bir derviş için sünnet-i seniyyeler yani Efendimiz’in tatbikatı farz gibi ehemmiyetlidir. Çünkü derviş herhangi bir hareketi Efendimiz’in yaptığını biliyorsa yahut o hususta bir hadîs-i şerif bulunduğunu yakînen öğrenmişse “bundan bana ne” diyemez. O, O’nun hareketidir. Ben onun bazısını alırım bazısını almam diyerek Efendimizle arasını açmak belasını asla göze alamaz. Binâenaleyh ulemâ-i benâm(ulemâ olarak bilinen zâtlar) farz, sünnet diye kısımlara ayırmışlar ve çok da doğru yapmışlardır amma tatbikatta Allah ve Resûlü’ne muhabbeti olan bir insan Efendimiz’in fiillerine karşı laubali, sanki Kur’ân kendisine inmiş bir peygambermiş gibi davranamaz. Mü’mine yakışmayan bu hal asla bir dervişten sâdır olamaz. Zaten derviş tarikatta aldığı tüm âdaba şöyle ibret nazarıyla baktığında görür ki tarikinin kendisine bildirdiği ne kadar âdâb, erkân, ezkâr, evrâd ve usûl var ise hepsi muhakkak farz ve sünnetlerin etrafındadır. Merkezinde kitap ve sünnetin olmadığı bir tarikat âdabı yahut sözü erkân-ı bâtıldır. Allah’a ve Resûlü’ne muhabbetle kulluktan uzaklaşıp da sadece emirlerin zahirine ve metinlerdeki ibarelere kuru kuruya, zevk almadan tâbi olmaksa âtıldır. Kişiyi atâlete sevkeder. Donuk, muhabbetsiz, soğuk bir din telakkisi yeni yeni moda olmaya başladı. Adına da akla uygun din anlayışı diyerek kılıf bulundu. Cenâb-ı Hakk bizleri ibadet ve taatına mahkûm eylesin ve bu ibâdât-ı taattan mânevi zevk ihsan eylesin. İnsan yemeği yerken bile zevk arar da ibadet ve taata gelince zevksiz yapmayı ma’rifet mi sayar? Zaten bu nev’î insanlar asla şehâdet makamına ve îmândaki ayne’l-yakîn sırrına vâsıl olamaz. İhsan makamına erişemezler, vesselâm.

Hazret-i Pîr Molla-yı Rûm Mevlânâ Celâleddîn buyurur ki: “Herhangi kötü sayılan fiili, tek başına işlerken utanmazsın, ama onu başkasının yanında yapmaktan çekinirsin. Halbuki sen hiçbir zaman tek kalmazsın. Dâimâ Hak Teâlâ’nın murakabe nazarındasın. Kendisinden utanılmaya, haya edilmeye en lâyık olan zât Hazret-i Allah’tır. Halktan utanır da esas kendisinden utanılacak zâta karşı nasıl öyle hayâsızlık edebilirsin?” Evlâdım İhsan Efendi, işte dervişe lâzım olacak âdâbı Hazret-i Pîr bir cümle ile hulâsa ediyor. Bu inkiyâd ve i’tinâ üzre olan kişiye derviş denir. Şunu da unutma ki; “Edeb Yâ Hû” sözü edebe rağbet eden kişiye söylenir. Yoksa “Edeb Yâ Hû” edebsiz olan kişi, edebe davet edilen kişi için değildir. Derviş hep edeb üzre ve edebsizliği müşahede ettiğinde ise kendisi edeb göstermek üzre hareket eder.

Cenâb-ı Hakk bizleri ahlâk-ı hamidiye ile taltif eylesin. “Eddebeni rabbî fe ahsene te’dibehu”(Beni Rabbim terbiye etti, edeblendirdi, edebi ben Allah’tan aldım, O ne güzel edeb ihsan eder, sevdiği kullara edeble ikramda bulunur.) buyuran Efendimiz(sav)’in edebinden bizi nasîbdâr eylesin. Cenâb-ı Hakk bizleri ahlâk-ı Muhammedîye’ye mutabık harekete muvaffak eylesin. Son nefesimize kadar bu ahlâk üzre bizleri yaşatıp üzerimizde takva libasıyla bizleri haşr ü cem eylesin. Son kelâmlarımızı Kur’ân-ı Mecîd ve kelime-i tevhîd eylesin.

Ve salli alâ eşref-i ve es’ad-i ve ekmel-i nur-i cemiyyil enbiyâi ve’l- mürselîn. Ve âlihim velhamdülillahi Rabbi’l-âlemîn. Âmin.

33. mektupta buluşmak üzere…