Ölüm dedikleridir halvet-i yâr, bu cennet dediğimiz sohbet-i yâr, kamu ağyâr gider elhamdülillâh, Hüdâ davet elhamdülillâh…
Ey söze müşteri olan can,
Ölümsüz bir canın var, ne diye korkarsın ölümden, Hak nuruna sahipsin, nasıl sığacaksın mezara… Mezarın içinden cennete kapılar açmaya gücün kuvvetin var; beden mezarında da beş duyguyu var eden, öteki aleme kapılar açmış sana… Mezarda yılan yoktur, fakat yılan sepeti sendedir, çünkü sendeki bu kötü huylar var ya bir bir hepsi de düşmandır sana… Mezarını orada geçer akçeyle doldur, şehvet, hırs, haset bakırlarıyla değil… Sen şimdi güç yetirebilirsen pencereden bak, tövbe kapısını aç, evi düz, koş hadi, durma; bizim nöbetimiz geldi işte:
Biz bir bölük âşıklarız; seni görmek hevesine düştük de uzun yollardan geldik. A tâ canının içinde yüzbinlerce cennet, hûri, köşk bulunan, ne olur hasta âşıklar topluluğuna hoşça bir bak. A sûfilerin sâkisi, ne küpten alınan, ne üzümden olan o şerâbı sun bize. O şerâbı sun ki coşkunluğunun kokusu ölülere bile can verir…
Meşhur meseldir “Kul kocayınca ana şahı ider hoş merhamet” Köle yaşlanınca, sahibi azad eder onu; bense kocaldım, yeni baştan kul ettin kendine beni. Kıyametin şiddetinden çocukların bile saçları ağarır da mezarlarından saçları bembeyaz oldukları halde kalkmazlar mı? Halbuki senin kıyametin ihtiyarların bile saçlarını karartır, gençleştirir onları.
Bir nefesinle mürde diller can bulur, kocamışlar taze olur… Bak ben de sustum işte, duaya koyulayım bari senin amin dediğin niyazlara…
Ey sevgili, önce, bizi adam et, aşka lâyık bir kişi haline getir! Sonra, bize aşk şerabından sun; kadehi durmadan döndür!.. Ey can; bizden, bizim hizmetimizden ne çıkar? Mademki binayı sen kurdun, onu yine kendin tamamla! Bizim selâmet evimizi melâmet evi yaptın; melâmet evimizi de selâmet evi yap! Bu aşk yolu, sonsuzdur, uzundur! Onu, sonsuz lûtfunla kısalt, iki adımlık yol yap! Bizi, nefs-i emmâreye esir ettin fakat, kötülüğü emreden nefsin de emîri sensin; sen, bizi emîr yap da, onu bize kul et! Herkese ait olan lûtuflarını has kullarına nasip ettin! Bugün de, has kullarına ihsan ettiğin lûtufları herkese, bütün kullarına lûtfet! Duayı bize tatlılaştır; dua, ağzımıza süt gibi, bal gibi tatlı gelsin! “Âmin!” diyene de lûtfet, onu herkesin iyiliğini ister bir hale getir!
Aşk yolcusuna, Onlara deki: “Siz Allah’ın affına mazhariyet istiyor, Allah’ı seviyorsanız bana tâbi olun, benim sünnetime uyun, uygulayın ki, Allah da sizi sevsin, günahlarınızı bağışlasın. Allah kullarını koruma kalkanına alan, çok bağışlayıcı, engin merhamet sahibidir. [Âl-i İmrân, 31]
Vefatımdan sonra beni çok seven öyleleri gelecektir ki onlar, beni görebilmek için ailesini ve servetini dahi feda etmeyi göze alacaklardır. [Müslim, Cennet-12]
Farkındayız erenlerim bugün günlerden CUMA değil lakin siz güzelim canlara gönlümüzü uzatırken yanlışlıkla da çalmadık kapınızı… Cuma’nın “günlerin sultanı bir bayram” olduğunu, ve buna sadece insanın değil bütün mahlukatın şahid olduğunu bize haber verenin dünyaya, ukbaya, saadet şehrine doğuşu hiç bayram olmaz mı?
Gel ey gönül! Hakîkî bayram, Cenâb-ı Muhammed’e vuslattır. Çünkü cihânın aydınlığı, O mübârek varlığın cemâlinin nûrundandır. [Hz. Pir Mevlana]
Söz, ancak amelle müstakîm olur. Söz ve amel ise, niyetle düzgün olur. Söz, amel ve niyet de, ancak sünnete uyularak dosdoğru olur ya Hazretim adeta günümüze işaret eder gibi ne güzel buyuruyor: “İnsanlar öyle bir zamana erecekler ki, en zor ve en az bulunan samîmî dost, helal kazanç ve sünnete uygun amel olacak…”
Oysa göz seni görmeli, ağız seni söylemeli, bütün deniz kıyılarında seni beklemeliydi…
Ebediyyen sevecek cân O’nu canan olarak
Şart-ı peymân olarak, gâye-i iman olarak
Çok sevdiğimizi söyledik hep… ve lakin Seni memnun eden her şeyi nefsimizin arzu ve isteklerinden üstün tutup, hayatımıza ışığını yayamadık… Dilimizi götürdüğümüz yerlere, kalbimizi değdiremedik. Ne mümkün Hakk’ın sevdiğini, hakkıyla sevebilmek… Bilmem ki, kendi kabımız kadarınca da olsa, şu hissiz gönüllere nasıl can suyu vermeli, O’na gönül verebilmek için nereden yola çıkmalı? İşbu suallerin derdine düşmüş bir kardeşiniz olarak anladık ki, sevmek için bilmek ve tanımak lazımdır. Sevgilinin güzellerden güzel iklimi aralandıkça, halleri keşfedildikçe, hayranlık uyandıran yanları öğrenildikçe, ona duyulan muhabbet daha bir derinleşir, gönüldeki yeri daha çok büyür kanaatindeyiz…
Ben sağ olduğum müddetçe Kur’an’ın kölesiyim. Ben Muhammed muhtarın yolunun tozuyum… Alnımızdaki o parlak nûr, Hak âşığının gönlündeki o iman ışığı, secde eseri olarak mü’minlerin yüzlerinde görülen bütün bu nurlar, bilki her nurun nuru, Allah’ın sevgili peygamberi Muhammed’in nurundandır. [Hz. Pir Mevlana]
Kişi kimi veya neyi severse, kendini ona yakın bulur, yakın hisseder. Ruhî yakınlık, iki bardağın birbirine yakınlığına benzemez. Âdeta çay bardağında atılan şekerin, çayın içinde eriyip gitmesi gibidir. Seven, sevdiğiyle öylesine beraberdir ki kendi kalbine bakınca orada sevdiğini görür. Heyhat bize aşıkı sadıkların hikayelerini anlatmak düştü amma pencereden sızan güneş ışığını gören, “Güneşi gördüm” dese yalan söylemiş olur mu?
Siz güzelim canlara bir mektup yazalım diye kalemi elimize aldık, O’nun aşk güneşinden bir hüzmecik nasibimizle, aşkı ümitsiz varlığımızı sonsuzluğa doğru uçuran kanat bilerek…
Evet, sonsuzdan bahsediyoruz, sahi ebediyete göre insan ömrünün süresi ne kadardır ki! Sonsuza kıyasla herhangibir sayının değeri neyse o kadar değil midir? Öyleyse yalnızca dünya ve dünyadakiler değil madde alemi koskoca bir sıfırdan ibarettir. Ey değeri sonsuz olan insan, değeri sıfır olan bir varlığın(dünya) uğrunda ömrünü tüketmekle, kendi varlığını da sıfıra sürüklediğinin farkında mısını?!
İlahi alemden gelen ve sonsuzluğa uzanma istidadında olan ruhun, böyle geçici şeylere bağlanıp kalması kabul edilir bir şey midir? Çünkü bu ruh, bu sonlu ve sınırlı dünyaya sonsuzu arayıp bulmak için gelmiştir.
Bir parçacığım ben, bütüne hasret;
Zaman döne dursun, o güne hasret;
Ruhumsa zamanın ötesine hasret;
Ebediyet boyu bir an… Olmaz mı?
Ruhun asli görevi budur. Ruh, bunun sezgisine ve bilincine sahiptir. O, ölümsüz olduğunu bilmektedir. Zaten bu bilinç yüzünden, “sebepsiz stres” derler sıkıntıyı bir ömür boyu çekip durur.
İşte aşk güneşi, insan ruhuna, sonsuzluğun yolunu açan kapıdır. Bu yolda ruhun, aşka kanat açmasıyla mesafe alınır, menziller aşılır.
Yaşlar akarak belki uçar zerresi aşkın
Âteşle yaşar, yaşla değil yâresi aşkın Yanmaktır efendim, biricik çâresi aşkın Ağlatma da yak, hâl-i perişanıma bakma!
İşte çıkar yol, ruhlarımızı, aşk güneşi olan Ruh-u Rasulullah ile aşina eylemekten geçiyor, bunun için O nuru nebevinin dünyaya, ukbaya, Medine’ye doğuşu olan 12 Rebiülevvel ne güzel bir vesile…
Aman ya sahibe’l meydan daha ne söyleyelim, seven de sensin, sevilen de, sevdiren de hep sensin…
Âşık olmak, o yana bir pencere açmaktır. Çünkü gönül, dostun cemali ile aydınlanır ya Mevlam ateş-i aşkınızı ziyade eylesin, gam ve telaş sizlerden uzak olsun, aşk güneşi, gönül hanenize dolsun da huzur bulasınız efendim.
Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygambere hep salat (rahmet ve sena) ederler.Ey iman edenler! Siz de ona salat edin ve tam bir içtenlikle selâm verin. [Ahzab, 56]
Ey Allah’ım, tam bir salat ve selam, bütün rûhların, melâikenin ve varolanların mihrabına, bütün Nebilerin ve Rasûllerin imamı olan Rasulu Kibriya aleyhi ekmelittehaya Efendimize, onun âl ve ashabına olsun. Öyle bir salat ki bizi korktuğumuz şeylerden muhafaza buyursun, kurtarsın, bütün ayıp ve kusurlardan, günah ve isyanlardan temizlesin. Allahumme salli ve sellim ala eşrefi nuru cemiil enbiya-i vel mürselin habibina Muhammedin ve ala ali seyyidina ve habibina Muhammedin kesiran kesiran kesira.
Ey veladetiyle aleme nur olan Fahr-i Kainat, Bizlere de ahirette nur ol ey Eşref-i hilkat!
Cenab-ı Mevla, Velâdet kandilinin rahmet, bereket ve füyûzâtı ile Rasûlünün yüce ahlâk ve rûhâniyetinden kalblerimize hisseler nasîb eylesin! Gözlerimizi ve gönüllerimizi Nûr-i Muhammedî ile nurlandırsın! Resulu Kibriya Efendimiz ile kalbî irtibâtımızı dâim kılsın! O’nun sünnetini, hayatımızın mihveri eylesin! Habîbi hürmetine bizleri af ve merhametine nâil kılsın!
İbadet için yolculuk ancak şu üç mescidden birine olur: Benim şu mescidime (Ravza-i Mutahhara), Mescidi Haram’a ve Mescidi Aksa’ya [Hadis-i Şerif]
Konyalı Mehmed Vehbi Efendi’nin Hulasatu’l Beyan tefsirinde serlevha’daki ayet için şöyle denmektedir: “Ayette Mescidi Aksa’dan murad, Beyti Mukaddes’tir. Mekke-i Mükerreme’ye uzak olduğundan ‘aksa’ denilmiştir. Mescidi Aksa’nın etrafı bağlar, bahçeler ve her nevi nimetlerle dolu olduğu cihetle, dünya nimetleri hususunda mübarek olduğu gibi din hususunda dahi mübarektir. Zira Beyti Mukaddes, makarrı enbiya ve mahalli, vahyi ilahi ve sulehanın (salih kimselerin) mabedidir. Ekseri enbiyanın (peygamberlerin) mucizeleri ve asarı garibe (mucizeleri) orada zuhur ettiğinden, Cenabı Hak mübarek olduğunu beyan etmiştir. Binaenaleyh maddi ve manevi, mahall-i mübarek denmeye şayandır.”
Enbiya makarrı, mirac’ta Hz. Peygamber’in ilk durağı olan Mescid-i Aksa, yüzyıllar boyu inananların yöneldiği bir kıble olarak yaşamıştır. Başlangıçta müslümanların da kıblesi olan Mescid-i Aksa, üç büyük dinin ortaklaşa mukaddes bildiği bir merkezdir. Mescid-i Aksa çevresindeki tevhid mücadelesi de oldukça yoğun ve çetindir. Hz. Süleyman’dan itibaren dinî otorite ve yönetimlerin merkezi olan Mescid-i Aksa ve Kudüs, halen bu görevini sürdürebilecek tarihi nitelik ve potansiyele sahiptir.
Ahmed İbn Hanbel’in Abdullah İbn Ömer (ra)’dan rivayet etmiş oldukları bir hadisi şerife göre de Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Süleymân (as) Mescidi Aksa’yı yaptığında, Rabbinden üç şey istedi. Rabbi ona ikisini verdi. Ben üçüncüsünü de vermiş olmasını ümit ediyorum:
Kendisine, kendi hükmüne denk gelecek hüküm vermesini istedi, (Rabbi) bu istediğini verdi.
Kendisinden sonra hiç kimsenin ulaşamayacağı bir saltanat vermesini istedi, bu istediğini de verdi.
Bir de her kim, bu Mescit’te (yani Mescidi Aksa’da) namaz kılmak amacıyla evinden çıkarsa, anasından doğmuş gibi günahlarından sıyrılsın istedi.
Biz, Allah’ın bu istediğini de ona vermiş olmasını ümit ediyoruz.
Hâk-i pây-ı ehl-i tevhid eyle cân u cismimiz Mecme ul-esmayı uşşak içre sebt et ismimiz
Ey Allah’ım bizleri gaflet uykusundan uyandır, kalplerimizden kafirlerin korkularını çıkar, kalplerimize aşk ile imanını yerleştir. Allah’ım bizleri İslam nimeti ile izzetlendir ve böylece İslam’ı da bizlerle izzetlendir. Ey alemlerin Rabbi izzet senindir, dinimizi izzetlendir. Ey alemlerin Rabbi bizi Selahaddin gibi izzetli kıl, bizi Ömer gibi izzetli kıl, bizi Ebubekir gibi izzetli kıl, bizi Osman gibi izzetli kıl, bizi Ali gibi izzetli kıl… Allahım Mescid-i Haram’da ve Mescid-i Nebevi’de nasıl namaz kılıyor isek bizleri Mescid-i Aksa’da da iki rekat namazla rızıklandır. Yahudilere rağmen bunu bize nasib et. Ey alemlerin Rabbi Allah’ım kullarını Filistin’de bir araya topla, tevhid eyle…
Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu
Varıp eşiğine alnımı koydum
Sanki bir yeraltı nehir çağlıyordu
Gözlerim yollarda bekler dururum Nerde kardeşlerin diyordu bir ses
İlk Kıblesi benim ulu Nebi’nin
Unuttu mu bunu acaba herkes
Burak dolanırdı yörelerimde
Miraca yol veren hız üssü idim
Bellidir kutsallığım şehir ismimden
Her yana nur saçan bir kürsü idim
Hani o günler ki binlerce mümin
Tek yürek halinde bana koşardı
Hemşehrim nebiler yüzü hürmetine
Cevaba erişen dualar vardı
Şimdi kimsecikler varmaz yanıma
Müminden yoksunum tek ve tenhayım
Rüzgârlar silemez gözyaşlarımı
Çöllerde kayıp bir yetim vahayım