İçmişler ezelde mey-i vahdetten; sözü efsâne olur çün hoş sırdır
Bu Eşrefoğlu Rumî’nin tutarsan pendin ey derviş Olasın âlem içinde murâdı cümle eşyânın
… O asırda olan pâdişâhın anasının dili tutuldu. Derler ki, o vakitde bulunan hukemâ da’vet olunup, Pâdişâh dedi:
“Vâlidemin dili açılmalıdır. Her ne kadar ki ilâç eylediler, çâre olmadı.” Âciz kalıp dediler:
“Pâdişâhım her ne kadar mu’âlece var ise, eyledik. Allah, te’sîrini halk etmedi. Bu, nefese muhtâçdır. İlâç ile olur değildir. Bu emri ulemâ kullarınızdan suâl eyleyiniz. Onlara sipâriş buyurunuz.”
Pes, pâdişâh, Şeyhülislâm’ı ve Sadreyn Efendileri vesâir ulemâ da’vet olunup pâdişâh dedi:
“Vâlidemin dili tutuldu, du’â edin. Elbetde açılmak gerekdir.”
Ulemâ dediler:
“Bizler, kitâplarda tahrîr olunan emr ü nehyi bildirmeye kâdiriz. Bu emr-i asîr (zor iş), bizim elimizden gelmez. Ehl-i tarîk olan meşâyıhler, vera’ ve mücâhede ve riyâzat sâhibleridir. Keşf ü kerâmet ile ma’rûflardır. Müstecâbü’d-da’ve (duaları kabûl edilen) onlardır. Onlar, sâhibü’l hâl ve sâhibü’l-esmâdır. Bu emr, onların yüzünden vücûda gelir.”
Pes, pâdişâh dahi ne kadar meşâyıh-ı tarîk var ise ihzâr eyledi. Dedi:
“Vâlidemin dili tutuldu. Du’â mı edersiz, teveccüh mü edersiz; vâlidemin dili açılmak gerekdir. Ve illâ diyârımda durmazsız.”
Pes meşâyıh dediler:
“Bize üç gün mehl verin, müşâvere edelim,” deyip gitdiler. Üçüncü gün huzûr-ı pâdişâha gelip dediler:
“Bu iş bizim birimizin elinden gelmez. Zîrâ, bu umûra birimizin kudreti yokdur. Bizler hemân icrâ-yı tarîk için post şeyhleriyiz. Bu emrin vücûd bulması İznik’de Eşrefzâde Şeyh Abdullah vardır, onun elinden gelir. İçimizde ondan gayrı ehl-i hâl yokdur.” deyip cevâb verdiler.
Pes, pâdişâh dahi İznik’e adam gönderip Eşrefzâde’yi getirdiler. Pâdişâh azîm ikrâm eyledi.
Dedi:
“Vâlidemin dili tutuldu.”
Şeyh dedi:
“Bizim dahi vâlidemiz olup önümüze gelir.” Çün vâlideyi şeyhin önüne götürdüler. Şeyh bir filcân ile su istedi. Getirdiler. O suyun üzerine okuyup üfledi, vâlideye verdi. Vâlide dahi içti, “elhâmdüli’llâh” dedi. Pâdişâh’a müjde eylediler. Vâlide, tekellüm etmeğe başladı. Şeyh Eşrefzâde’ye azîm ikrâm eylediler. Vâfir altın vesâir nesne verdiler. Kabûl etmedi.
Pâdişâh dedi:
“Şeyh Efendi tekkenizi tecdîd edelim.”
Şeyh dedi:
“Pâdişâhım, o tekke, bizim gibi nice şeyhi eskidir.”
Dedi:
“Tekkenizi vakf ta’yîn edeyim.”
Şeyh dedi:
“Dervîşler vakıf çeşmesinden su içmezler ve ondan abdest almazlar.” Pâdişâh, etbâ’ına ve vâlidesine dedi:
“Nice edelim, şeyhe bir nesne kabûl etdiremedik.”
Vâlidesi dedi:
“Ben kabûl etdiririm.”
Vâlide şeyhe dedi:
“Ey şeyh, ulû’l-emre itâat var mıdır?”
Dedi:
“Vardır!”
Vâlide dedi:
“Bu altını alırsın.”
Şeyh dahi bi’z-zarûre aldı. Pâdişâh dedi:
“Bu kadar nesne ne olsa gerekdir. Bir şey dahi kabûl etdirmeğe bir çâre olsa!”
Hüdemâ dediler:
“Bir kaç köy bir siyâh cariyenin üzerine edesiz. Câriyeyi dahi şeyhe bağışlayasız.”
Pâdişâh böyle eyledi. Şeyh giderken aldığı altınları sarây içinde beşer onar, ona buna verdi. Meğer şeyhin altın verdiği adamların vâlidede alacakları var imiş. On altın alacağı olana on altın vermiş. On beş altın alacağı olana on beş altın vermiş. Her kimin vâlidede ne kadar alacağı var ise, şeyh ona o kadar altın vermiş. Ba’dehu, Harem kapısı’ndan taşra giderken bir siyâh câriye şeyhin koltuğuna girdi. Şeyh, pâdişâhın yüzüne bakdıkda pâdişâh dedi:
“Sizin abdest suyunuza yardım eder.”
Ve şeyh dahi hankâhına geldi. Ba’de zamânin bir gün bir niceler şeyh ile kelâm ederler idi. Kelâmları terk ile fenâ bahsine erişdi.
Şeyh dedi: “Bir sâat pâdişâh huzûrunda oturdum. Kalktığım yere yedi yılda oturamadım.”
Sır evliyânın nimet Hûda’nın Şükrü bu hânın Elhamdülillah
Sofraya himmet kân-ı mürüvvet Gönderdi nimet Elhamdülillah
Muhammed(sav) erdir nûru’l-beşerdir Sahibi zaferdir Elhamdülillah
Hak tâlibi ol nefsine bul yol Hak’ta kerem bul Elhamdülillah
Geldi Muhammed(sav) olduk biz ümmet Yeter bu devlet Elhamdülillah
Şeyhî nice demler, çekerdi gamlar Ettin keremler Elhamdülillâh
Her biri mühlet-i ömrün kudret suyunda mücerrep hikmetlerin, sözün süzülüp de mananın inci gibi dizilip de söylendiği meclislerde yerli yerince kullanılıp muhatabı aslına mayalaması niyetiyle, Hak Dost’tan tesirini halk, tevfîkini refik eylemesi niyâzıyla…
Teslimiyet pazarlıksızdır. İhlas endişesizdir. Samimiyet gösterişsizdir.
Bu ülkede insanlara din yerine kültürü, ahlak yerine bilgisi, öğretildi.
İnsanoğlunun elindeki tek iktidar “duâ” dır.
Satın alınabilen her şey değersizdir.
Günah, “senin” varlığından! meydâna gelir.
Güneşe arkasını dönen gölgesinin peşinden yürür.
Neyin peşindeysen zamanla ona benzersin.
Huzur mu istiyorsun; az eşya, az insan!
Yavaşla, bu dünyadan bir defâ geçeceksin…
Emanete ihanet etmeyen herkes güzeldir.
Zayıfının, güçlüsünden hakkını alamadığı bir millet Allah’ın himâyesinde olamaz!
İyilik yapar gibi görünme, iyilik yap, görünme!
Tevâzu göstermek de ne oluyor, mütevâzı ol, görünme!
Ölmek istemeyeceğin yerde bulunma.
Başkalarının hayatından ders alın.
İnsan, bütün hataları kendi yapacak kadar uzun yaşamıyor.
Ne mutlu insanım diyene, insan kalabilene!
Bölüşerek tok oluruz, bölünerek yok oluruz.
Biraz âşık olmak “biraz hamile kalmak” kadar saçmadır. Sözümüzün değil, nazımızın geçtiği insanlar dostlarımızdır.
Bu dünyaya “cemâl” görmeye, “kemâl” bulmaya geldik,
görenlere ve bulanlara selam olsun!
Hiçbir şey yozlaşmadan popülerleşemez!
Kendini gören Allah’ı göremez!
İnsan Hakk’ın zâhiri, Hakk insanın sırrıdır.
Kader, gayrete âşıktır.
Uçmak istiyorsan, seni aşağı çeken herşeyi bırak.
Amelde temenninin ilâcı ümit, ilimde hüsrânın şifâsı irfândır.
Lokma, geldiği yere hizmet eder!
Kendinden başka eksiğin yok!
İnsan yanındakinin kıymetini bilemiyor; gözün gönle ihânetidir alışmak!
Aşk ateştir; eritir, kavuşturur, bütünleştirir; birleştirir!
Halvet der encümen: çağın içinde ama ağın dışında; hayatta ama dünyada değil!
Kendi nefsinde göremediğin bir ayıbı başkasında görmen ne büyük ayıptır.
Gözler sadece zihnin algılamaya hazır olduğu şeyleri görür.
Gündemi takip ediyorum ama içime çekmiyorum!
Unutma her azizin bir geçmişi, her günahkarın bir geleceği vardır, hâle bakıp yargılama!
Hased, başkasının balını kendi ağzına zehir etmektir.
Her şey olmaya çalışmak, bir şey olabilmenin önündeki en büyük engel!
Hatırlamak için yavaşlar, unutmak için hızlanırız.
Göz açıldıça ruh perdelenir.
Allah, uçamayan kuşa alçacık dal verir.
Herkesin bir mesleği olmalı, bir de meşgâlesi.
O meşgâle bütün kültürümüzdür.
Vicdân, Allâh’ın kalbimizdeki sesidir.
Kurtuluşunu hangi ele bırakmışsa insan, mahvının da aynı elden geleceğini bilmelidir.
Tahterevalliye tek başına binen aşağıda durmayı hak eder. Sevgili Dost! Gel ve YÜKSEL!
Allâh, insanı iddiâsından vurur.
Duaların yerini hayaller aldığından beri zarardayız.
Mezara girmeden gerçeği görmeye çalış, karanlıkta gözü açmak bir işe yaramaz.
En son, acele etmeden, hayret içerisinde, gökyüzünü ne zaman seyrettiniz ?
İnsan için önüne çıkan bütün yollar “yürünebilir” ise o insan artık kaybolmuştur.
Gelenek küllere tapmak değil ateşi korumaktır…
Kalp deniz, dil kıyıdır. Denizde ne varsa kıyıya o vurur. Testide ne varsa dışına o sızar.
Sabır, hîlesi olmayanların hîlesidir.
Ümit, fitili yanan sabırdır.
Dalında güneş görmeyen yemişin, dilinde hiç tadı olmaz.
Meğer yiğidin hası tenhada beyaz baldırla ya sarı mangırla
başbaşa kalmadan belli olmaz imiş.
Dinleyen susuz ve talepkâr olursa vâzeden ölü bile olsa söyler.
Allah’ı kendinden ayrı gören, nefisten başkası değildir.
Utanmadıktan sonra dilediğini yap!
Bir sözü söyleyeceğin zaman düşün!
Eğer o sözü söylemediğinde mesûl olacaksan söyle. Yoksa sus!
İnsan zor zamanlarda kötümser bir haklılık yerine, iyimser bir yanılgıyı tercih eder.
Doğallığın verdiği huzuru doğal olmayan yollardan arama. Sadelik, sahtelik sevmez.
Derdine çâre olmayı düşünmeksizin bir dosta nasılsın diye sormak riyakârlıktır.
Kötülükleri bitiremeyiz ama iyilikleri çoğaltabiliriz.
Burası dünya, burada işler hep yarım kalır.
Bâri sen, kendi güneşini gölgeleyen bulut olmayasın!
Öyle güzel ol ki… Söz söylediysen, “Ne güzel söz!” desinler;
söylemediysen, “Ne güzel sükût!”
İnsanda var olan sonsuzluk duygusu gökyüzü, çöl ve denizi seyretme ihtiyacı hâsıl eder.
Hiç olurken duyduğum yüksek acı beni iyileştiriyor!
Günahla irtibatı kesilen iman, kemâle eremez.
İnsanın kusursuz şekilde yaptığı tek şey; kendini kandırmaktır.
Yarım kalmışlık yaşamın özüdür, telafi edilemez.
Var mısın ki yok olmaktan korkuyorsun?
Güven duygusu bir kere kaybedilir, sonrası hep… şüphedir.
Her aklıma geleni yapmama izin verseydin helak olurdum.
Sakın beni bana bırakma ey sevgili!
Gam yeme seni ölümden ecelin; kederden de kaderin korur.
Sizden birinin hâlini sorarlarsa tek bir iyi hâlini biliyorsanız onu söyleyiniz.
Kimsenin eksiğiyle uğraşmayın rahat edersiniz.
İnsanlardan beklentiyi azaltmak demek dertleri azaltmak demektir.
Çünkü dert tuzağının lokması talep etmektir.
Madenleri tanımıyorlar. Bitkileri tanımıyorlar. Hayvanları tanımıyorlar.
İnsanı tanımıyorlar. Güyâ Allah’ı tanıyorlar. [51:20-21]
Sen susturmayı bilmezsen hayat seni hep lafa tutar.
İnsanı düşkünlüğe uğratan dört şeydir: Çok düşman, hesapsız borç, sayısız iş, kalabalık aile.
Ey Rabbimiz! Dinidarlarımıza din ve irfân nasip et.
…İtâati öğren. Yalnız kendinden yüksek tempoya uyan kimse hürdür.
Bir hakikati yok etmek istiyorsan ona “iyi” saldırma, onu “kötü” savun!
İçimizdeki ses sustu, tüm bağrışımız bundan!
Hak’tan adâlet değil, rahmet, kullardan rahmet değil, adâlet istenir. Kelime, Arapça “yara izi” demektir. Ağzımızdan çıkan kelimeler muhatabımızda iz bırakır, yara açar. Kelimeyi süz de söyle!
Oruç, ruhun, madde üzerindeki zaferini ilân için verdiği bir savaşın adıdır.Az olup kâfi gelen, çok olup da oyalayan(nimetin şükrünü unutturan) şeyden daha hayırlıdır. Yaradanın iradesine teslimiyet, insanların iradelerine karşı bağımsızlık demektir.Yazışmak, kavuşmanın iki türünden biridir.İyilik yapma fırsatı olmuş da yapmamış insan, kötülük etmiştir.Ölüm, biriktirdiğimiz şeylerin altında kalmak olmalı…Sütten çıkınca bütün kaşıklar aktır, mühim olan çıktığın sütü ak bırakmaktır.Allah’ın verdikleriyle değil, vermedikleriyle meşgulüz. İşte budur çektiğimiz çilenin sebebi…Adamın çirkinliğini, yüzüne karşı ancak ayna söyleyebilir, çünkü ancak onun yüzü serttir.İhsan ve nimetleriyle Allah’a yönelmeyen kişi imtihan zinciriyle O’na doğru çekilir.Güzel deyince aptalın aklına kadın gelir, abdâlın aklına güzel!“Ne derler acaba?” diye kahrolası bir put vardır.Dualarının kabul olduğunu görmek istiyorsan, başkaları için dua et!“Aslı” olanın tekrarı olmaz, devamlılığı olur.Ey tâlip, senin O’ndan istediklerinin en hayırlısı, O’nun senden istedikleridir.Kendini görmediğin her yerde Allah’ı görebilirsin!Baharı yaz uğruna tükettik, aşkı naz uğruna ve papatyaları seviyor sevmiyor uğruna derken “ömrü” tükettik bir hiç uğruna!İnsan kalbini koyduğu yerde, kalıbını koyduğu yerden daha fazla vardır.Az bilmek için çok okumak gerekir!Yalnızca durgun sular yıldızları yansıtır o halde durul artık.Dünyada her şeyin bir ölçüsü vardır, sevginin ölçüsü de fedakarlıktır. Fedakarlık yapmayanın sevgisine inanılmaz.Bölüşerek tok oluruz, bölünerek yok oluruz.Her varlığın bir gıdası vardır. Muhabbetin gıdası izhârdır. Sevdiğini göstermek, ortaya koymaktır.Derdine çâre olmayı düşünmeksizin bir dosta nasılsın diye sormak riyakârlıktır.
Olmuş olan, olacak olanlar arasında en hayırlı olandır.Kuş kafeste doğarsa uçmanın bir hastalık olduğunu düşünür.Geçmişi hatırlamayanlar, onu bir kez daha yaşamak zorunda kalırlar.Nefs ile ona muhâlefet ederek, şeytan’la Allah’ı zikr ederek, dünya ile kanaat getirerek savaşabilirsin!Doğa gibi teknoloji de asıl gücünü, nimetlerinden yararlanıldığında değil, mahrum kalındığında gösterir.Bütün gelişler fânidir, gidişler zamansız, sonsuz… meğer mutlak olan hasret imiş.İçinde bu kadar çok nefret biriktirme! Bil ki nefretin bütün uçları keskindir ve iç kanama diye bir şey var!İnsan için önüne çıkan bütün yollar yürünebilir yollar ise o insan artık kaybolmuştur.Tövbeni bozmaktan vazgeçerek bir daha tövbe et; arayanı bulurlar elbet…Kalbinizi ve sesinizi yumuşatın.İnsan ancak anladığı şeyi duyar.Vücudun rahatı az yemekte, ruhun rahatı az günahtadır.Sünnet olan, “hiçbir çamurun üzerimizde iz bırakamayacağı kadar emîn insan olabilmektir” Kendimizden emin miyiz?Aşk dediğin çiftleşmek değil “tek”leşmektir…Kaybettiğin takdirde üzüntüsünü çekeceğin şeylerin arayışı içinde olmayasın!Gölgeler gözünden kaybolduğunda gölge sahibi gözüne görünür olur.Neyi arıyorsan osun sen; insan, zamanı durdurmak istediği yere aittir.Ya gel, ol ve git ya git, ol ve gel…Öfkeyi yutmak özür dileme zilletinden daha iyidir.Ne garip üstteki taşı koyarken alttaki taşı küçümsemen; o olmasaydı çökerdi kulen!Az yemek lâzım… Ecük yersen o seni taşır, ecük fazla yersen sen onu taşırsın!Allah’la bağlantısız her şey tüketilir; tüketilen her şey ise sıkıcıdır.İnsanın kalbine sığabilene “kâinat” denir, kâinata sığamayana ise “insan”“Kendine bir çeki düzen ver” dedi meczûb, “ayna sana bakıyor!”Gerçekte kim olduğunuzu bilmek isterseniz; dilinizden düşürmediğiniz büyük iddialara değil, gelip geçerken günler, habersizce çekilmiş bütün o fotoğraflarda neyin parçası olarak göründüğünüze bakın! Bir kehribar tesbih dedi meczûb beni sürekli kendine çekiyor… Câzip insan olasın ya huu Kur’an’ın, doğanın, yaşamın, tarihin özü hep tekrardır; doğruyu, iyiyi, güzeli tekrarlamaktan çekinme. Güneş kendini tekrardan çekiniyor mu? Bir âh sesinde saklıdır âlem, görülmez bu yüzden, işitilir.Âşık olmak değil olmamak hastalıktır.
Herşeyin birşeyini birşeyin herşeyini bileceksiniz! Bilinçsiz eylem âdettir, ibadet ile âdeti ayıran niyettir; unutma niyetin kadar varsın! Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etmek isteyişi bir düş uğrunaydı, düşün yoksa o bıçağın elinde işi ne? İşinde tedbirli davranmayanın gönlüne ağırlık çöker. Hak varken haksızlık yapamaz kimse. Yaptığını zanneder o kadar!Elma çürüyor, yaprak sararıp dökülüyor, çiçek soluyor, vadesi dolan gidiyor. Her şey, hayatın gidişatının ne tarafa doğru olduğundan bir haber… Ömür; insan, kalıbının içini insanlıkla doldurabilsin diyedir…
İnsanlar sevilmek, eşyalar ise kullanılmak içindir. Huzursuzluğun nedeni; eşyaların sevilmeleri, insanların kullanılmalarıdır.
Yaşamın gizemi yalın oluşundadır. Bu yalınlığı din kutsar, bilim sınırlar, sanat betimler, felsefe yorumlar.
Ne garip bir idraksizlik! İnananların çoğu Allah’a inanmıyormuş gibi umursamazlar, inanmayanların çoğu Allah’a inanıyormuş gibi rahatlar.
Uyanık olasın; tecrübe zamanla birikiyor, enerji zamanla azalıyor. Tecrübe yavaş birikiyor oysa zaman gittikçe hızlı akıyor.
Yalnızken ne kadarsak o kadarız aslında. Gerisi bize ait olmayan teferruatlar…
Mutluluğun önündeki en büyük engel: çok fazla mutluluk beklentisidir. Durduğunuz pozisyonun doğruluğunu veya yanlışlığını anlamak istiyorsanız, yanınızdakilere ve karşınızdakilere bakınız.
Eğer kısa cümleler kuruyorsa insan, uzun yorgunlukları vardır sadece…
Kırılmak istemiyorsan kimseye “ayna” olma!
Aşıkların sözlerini alıp satan aşık mıdır? İçini görmez sarayın vasfeder duvarını…
Menfaat yaşamak, ahlak ise yaşatmak ister. Bir arada asla barınamazlar.
Namaz camiden çıkınca, Hac Kabe’den dönünce, Oruç Ramazan bitince başlar.
Melekler uçabilirler çünkü kendilerini hafife alırlar.
Denizde dalga, dünyada dert bitmez. Sen rahatı iç dünyanda ara. Dışardaki çalkantıya aldanmayıp içine bak! Saklı inci, kendi derinliklerinde…
Kanıta ihtiyacı olmayan doğallığın adıdır içtenlik. Biraz samimiyet lütfen…
Allah deldiği boğazı aç komaz! Yiyebileceğin aşı, yapabileceğin işi yap. Her tencereye köz, her pencereye göz olma!
Gece uzundur, uykunla kısaltma onu; gündüz ışıktır; günahınla karartma onu.
İnsanın iç acılarının toplamı, Yaradana uzaklığı kadardır!
Müslümanlık ince insanlık, dervişlik ince müslümanlıktır.
Derdi olan insan okur, derdi olmayan da okuyarak dert sahibi olur. Asıl mesele bir derdinizin olmasıdır.
İlkin gezginliğe çıkman gerek ancak sonra yurduna dönebilir o zaman da ötekileri anlayabilirsin. Öteki gören gözle en uzun yoldur insanın içi…
Hayatın ayarlarıyla oynamalı diyenlere not: “Yavaşlayarak önce hızdan, sonra hazdan vazgeçilecek…”
Allah insanı ümit diye yarattı; Ümit diye yaratılan ne Allah’ın ümidini boşa çıkarır ne Allah’tan ümidini keser.
Ey tâlib-i canan, bu yoldan nasibin: zaruret olmadıkça yememek, uykuya mağlub olmadan uyumamak, mecburiyet olmadan konuşmamak kadarıncadır.
Madem insan kulağından beslenir ve kainat asla boşluk kabul etmez. Sen de vücudun ülkesini boş bırakmayıp ateş-i aşkla âh eyle dem be dem: atesiask.com
Seyahat ediniz ki tertemiz olasınız zira suyun bile bir yerde çok kaldığında tadı, rengi, kokusu bozulur, güzelliği kaybolur.
İnsanların, diğer insanları ancak kendi menfaatlerine uyacak kadarıyla anladığı zamanlarda siz öyle bir kazanın ki kimseyi yenmiş olmayasınız.
Zenginliğin çok vermekde olduğunu unutan birine rastlarsan sual basit: Ne yapmış da zengin olmuş? Zengin olmuş da ne yapmış?
Hata suya benzer, yayılmaya hazırdır. Gerçekler kaya gibidir ayağına gidilmeyi bekler. Oysa tesiri su gibi temizleyicidir.
İlaç, ilaç olarak kaldıkça tesirsizdir, içildi mi varlığından geçer, işte o zaman tesir eder, kelimeden, ahvale aşk ile şifa bulasınız ya huu
Ey can! Kimi, nerede aradığına dikkat et; zirâ kendinde olanı aramak, kendinle arana mesafe koymaktır. Kaldır perdeyi aradan ya huu
Tut ki yoldan uzaktayım, uykudayım, gafletten uyanamamışım; ama uyuyanlara da gizli bir seyir bağışlamaz mısın Sen!
Dervişlik, ölüme hazır olma sanatıdır.
Kurt kuzuyu yerken tarafsız kalmak, kurdu tutmaktır.
Her insan mutlu olamaz çünkü gereğinden fazla özler dünü, hak ettiğinden fazla düşünür yarını ve hiç haketmediği kadar bilinçsizce yaşar bugünü!
Sadece her şeyi kaybettikten sonra özgür olabilirsin.
Hastalıktan dert yanma! Hak seni kayırıyor, günahtan uzak tutuyor, nefsi azgınlıktan, ömrü israftan koruyor. Şükret ki musibet nimet olsun!
Vakit her zaman saatle ölçülmez. An gelir tesiri başka başkadır. Vuslatı bekleyen aşığa, sabahı bekleyen hastaya, ölümü bekleyen yaşlıya sor
Derviş, kendi hazzından fâni olandır. Sofrada bulunması dâhi ailesi fertlerini iştaha getirmek içindir, işkembeyi şişirmek için değil ya huu
Hayat seni güldürmüyorsa espriyi anlamamışsındır demektir. Rıza mazharıyla hoş olam dersen; dilin tut, sözün yut seyretmeye bak
Kimsenin öldüğü yok, yaşadığı da; herkes biraz var o kadar…
Sürahi eğilir, bardak değil. Derin olan, dolu olan, usta olan boyun büker, çırak değil.
Derdini sıkı tut. Şikayeti bırak. Alıştığın derdi alır yenisini verir hepten berbat olursun… Verdiğine razı eyle ya huu
Aşk yolunu seçtik sanırdık meğer yolun sahibi layık bulduğunu tercih edermiş. Akansu gayriyatları kenara atarmış. Katremiz ummana erdir ya huu
Ölümden şüphen mi var? Uyuma! Öyleyse uyku gibi ölüme de mahkumsun. Dirilmekten şüphen mi var? Uykudan uyanma! Demek uyandın; dirileceksin!
Doğan, isterse sütbeyaz ve eşsiz olsun; fare avladıktan sonra bayağıdır. Dön bak aynaya neyin peşindesin; unutma talebin ne ise o’sun sen! Tut ki beklemiyorum seni, vuslat ümidiyle yanmamış buluşma özlemiyle ölmemişim; fakat her taşın güneşten bir payı yok mu?
Aklına gelen bütün ihtiyaçlarını bir alışveriş merkezinde giderebilen bir insan, Kafdağı’nın ardında neyi arasın?Dervişlik, hoşgörü yoludur; ama neyi hoş görelim? Ne hoş ne değil? Nefse hoş gelenlerin hoş görmek değil Hakkın hatrını hoş tutmaktır yolumuz.
Âlemden maksat: bir kâmil insanı meyve vermesi, insan’dan maksat ise o demin gelmesidir. Hakikat sancısı çekenlerin demleri ziyâde ola ya huuCihad, beden ülkesine ruhu hakim kılmak içindir. Cihandaki savaş ise delilerin ellerindeki kılıçları alsınlar diye müminlere! farz olmuştur.
Ey can, gönlünden aşka bir yol aç. O bahar gibi su gibi hoştur. Duru su, aya ayna tutar. Aşk baharının rüzgarı esince kuru olmayan her dal sallanır.
* * * * *
Hâmiş: Madem buraya kadar zahmet edip sabır gösterip okudunuz bir de sır verelim: “Slogan, cahillerin dizginidir” biliriz ancak kelimelerden hakikate yol bulmaktır niyyetimiz. Lûtfen siz de bu yemi yutup fikir sahibi olmadan hüküm sahibi olmayınız. İşbu mânânın tamamı ve devamı için twitter üzerinden vâsıl olalım erenlerim huu
Serîr-i bezmgâh-ı fakrı her bir câna vermezler Değil her cânâ yâhû, belki cânâna vermezler Efendi, umma sen âb-ı hayat-ı bâdeden hisse, Anı insana tahsis ettiler, hayvana vermezler Kadem rencîde kılma, zahmet etme zâhidâ, zîrâ, Sımat-ı bezm-i irfânı kuru unvâna vermezler Gidip beyhûde bâr olma miyân-ı cur’a-nûşâna, Bu işretgâh-ı mânâda sana peymâne vermezler Vücudun hâk-ı hırmen etmeyince seng-i ğam, Fahrî! Hakîkat hırmeninden kimseye bir dâne vermezler
Meâlen izah edersek: Fakr meclisinde, baş köşeyi sıradan insana vermezler, her insana değil, belki sevgiliye bile vermezler. Ey efendi! sonsuz hayatın kapısı olan fakr bâdesinden bir hisse bekleme, çünkü o kâmil insanların hakkıdır. Onu, nefs-i emmâre seviyesinde, hayvan gibi yaşayanlara vermezler. Ey zahîd! sen ayağını yorma ve zahmet edip o meclise gitme! Zira, irfan sofrasına oturmayı, kuru unvana vermezler. O mânâ şarabından içenlerin yanına gidip boş yere onlara yük olma, o mânâ meclisinde, sana bir yudum bir şey vermezler. Ey Fahrî! gam değirmenin taşı, senin benliğini öğütüp yok etmeyince hakîkat harmanından kimseye bir dane vermezler.
Hadi ey âb-ı hayat, bir nağmeye başla da döndür değirmen gibi beni… Şu varlık buğdayı tezce un olsaydı, halkın varlık metâsı şu değirmenden dışarıda kalırdı. [Hz. Pir Mevlana]
Bir değirmen metaforudur gidiyoruz günlerdir, sadece başımız değil ömrümüz dönüyor andıkça değirmen misalini… Önce Cahit Zarifoğlu’nun bir denemesini koyalım sofraya:
Adaşım Cahidî Ahmet Efendi’nin bir beyti var, şöyle:
Akil isen can gözün aç, tut kulak bu sözüme Bir değirmendir bu dünya öğütür bir gün bizi
Elbistanlı Muzaffer Hoca’yla konuşuyoruz. -Dünya bir evcik’tir. Esas ev ötede, diyor. Bir ağabeyimiz, kendisine servetini çoğaltmasını ve saklamasını telkin eden bir rüya görüyor. Ve kendi kendine: -Herhalde bir kıtlık, bir afet, bir yokluk meydana gelecek. Zor günler gelecek. Bunun için de böyle bir rüya gördüm. Bari bundan böyle hesabımı bileyim, israfta bulunmayayım, malıma sahip olayım da zor günlerde zorluk çekmeyeyim, diyor. Ancak rüyasını ulu bir zata tabir ettirmenin daha isabetli olacağını düşünerek, böyle bir zata gidiyor ve rüyasını anlatıyor. O mübarek zat şöyle diyor: -Güzel bir rüya görmüşsün. Elbette servete sahip olmak, onu çoğaltmak gereklidir. Serveti çoğaltmak demek ise onu tasadduk etmek, muhtaçları arayıp onlara dağıtmak ve sevdiklerine hediyeler vermektir…
Bu mübarek sözlerden de anlaşılmalı ki servet, insanı bir değirmen gibi öğüten bu evcik için değil, ötedeki esas ev için. Selef-i salihîn Allah’a yalan olmakta birbirleriyle yarış ederlerdi. Cennet ve cehenneme ve bunların el’an yaratılmış olduğuna inanır ve ayet gereğince “cennete girmek için yarışırlar”dı. Kalbinde “zerre miktar iman” olan kişi, Peygamber Efendimiz’in müjdesi ile, cehennemde kalmayacağım, öte dünyada, o büyük ve esas evde cennete dahil olacağını umabilir. Evcik’te nasıl yaşanması gerektiğinin binlerce tarifinden bir tarif, bir yol, tek başına bir ışık, bir kurtarıcı olan hadisi şerif şöyle: Buyuruyor Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem: -Kalbinde zerre miktarı iman olanın cennete gireceği umulur. Bu müjdeyi duyan sahabe sorar: -Ya Resulallah, zerre miktar iman nedir? -Bir Müslüman vakit namazlarından birini elinde olmadan kaçırır, bir sonraki namazın vakti girdikten sonra hatırlar da, bundan dolayı kalbine şiş saplanmış gibi olursa, onda zerre miktar iman vardır.
Evcik, güzel, doyumsuz, ama meşakkat ve görevler dolu. Evcik sevimli bir kelime. Muzaffer hoca bu küçültme takısı ile onu sevimli gösteriyor, onun lanetlenmemesi konusundaki, gereği gibi sevilip değerlendirilmesi konusundaki görevleri hatırlatıyor. Ancak bir yandan da her şeyin iyisini ve büyüğünü isteyen insana (bize), evin de, malın da, sevabın da en çoğunu isteyeceğimizi düşünerek, evcik’le büyük ev’den söz etmeye bir yol açıyor, bize asıl menfaatin büyüğünü işaret ediyor. Gönlünüzü, enerjinizi, dikkatinizi, bu küçük kulübe ile bu evcik’le fazla eğleştirmeyin demek istiyor. Zira bu evcik, bu sevimli ve tadı şey insanları dişlileri arasına alıyor ve bağırıp çağırmalarına aldırmadan kanını kemiğine katarak öğütüp bir gün toprağa atıveriyor.
Dünya var olduğundan bu yana değirmen misali dönmekte, insanlar da iki taşın arasında öğütülen buğday tâneleri misali hayatın acı tatlı olaylarıyla ömrünü geçirmekte…
Gerçek âşık Dost yolunda ün eyler Darb-ı tevhid ile bağrın hûn eylerDeğirmen daneyi döner un eyler Derviş hu der döner kâfir mi olur?
Değirmen taneyi döne döne un eylerken tavaftaki müslüman her bir devirle özünde olmayan kirleri atıp aslına dönüyor; Lebbeyk, lebbeyk ey kerem sahibi, başımda senin sevdan var, senin suyunla değirmen taşı gibi dönüp durmadayım…
Sultânü’l-âşikîn Yûnus Emre [v. 1320] (kuddise sırruhu) hazretleri bir nutk-ı şerîfinde haremdeki tavaf manzarasını anadolu insanı gözünden ne de güzel resmediyordu… Sözcükleriyle sanki kalbime doğru sızıyor, içinden kavrayarak yüreğimi avucunun içine alıyor, beş asır sonrasından İsmail Dedemin Hicaz’daki şehnaz bestesini de alarak el ele verip devrana kalkıyoruz:
Yürük değirmenler gibi dönerler El ele vermişler Hakk’a giderler Gönül Kabesini tavaf ederler Muhammed’in kösü çalınır bunda Ol serverin demi sürülür bunda
Semâda melekler kanat açarlar Önde bir kılavuz Hakk’a uçarlar Müminler üstüne rahmet saçarlar Muhammed’in kösü çalınır bunda Ol serverin demi sürülür bunda
Hep turnalar gibi yüksek uçarlar Kanadıyla halka rahmet saçarlar Ab-ı kevser şarabından içerler Muhammed’in kösü çalınır bunda Ol serverin demi sürülür bunda
Derviş Yunus ider görün n’oldu bana Aşkın muhabbeti dokunur cana Aklını başına devşir divane Muhammed’in kösü çalınır bunda Ol serverin demi sürülür bunda
Buradan sonra sus yol almaya bak, bunu da iyiden iyiye bil ki su garibin başını değirmen gibi döndürür ha döndürür…Bir teferrüc eyleyip baktım cihânın yüzüne Her neye baktım ise ibret göründü gözüme Âkil isen cân kulağın aç nazar kıl sözümeBir değirmendir bu dünyâ öğütür bir gün seniAlt taşı değirmenin yeryüzün tutmuş karâr Göklere kılsam nazar nicedir leyl ü nehâr Nice yüz bin enbiyâ toprağa kıldı karâr Bir değirmendir bu dünyâ öğütür bir gün seniÂline aldanma sakın mekr ile hîle kılar Verdiğini geri alır sanma kim bâkî kalır İki taşın arasında dânenin hâli n’olur Bir değirmendir bu dünyâ öğütür bir gün seniHalk edipdir kudretinden kâr-âgâh ol Hudâ Çark içinde dânesin ömrü ona oldu gıdâ Bulmadı iflâh ecelden enbiyâ şâh u gedâ İki cihânın güneşi fahr-i âlem Mustafâ Bir değirmendir bu dünyâ un ider bir gün biziCâhidî geç bu hayâlden bakma dünyâ malına Zehr olur her kim ki yerse sunma onun balına Âkil isen kıl seyâhat, gir Rasûlün yoluna Bir değirmendir bu dünyâ öğütür bir gün seni
Rûhu’l-Beyân’da; “Beyt’in Rabbine kulluk etsinler” ifadesindeki “Beyt”den maksat kalptir ki o, Kabe-i Hakiki’dir. Vâridât ve ilhâmâtın metafıdır (tavaf alanıdır)” buyrulur. Şimdi Kabe-ı Muazzama’ya ziyaret farz-ı ilahidir. Nedir O? Taştan yapılmış bir binadır, O’nun şerefi yerindedir. Bina olmasa da orada yine de yeri tavaf olunur. Asıl o yerdedir mukaddeslik ama yeryüzü topraktır. Cenab-ı Hak efdal-i mahluk olarak insanı yaratmıştır. Mü’minin kamili, meleklerden de üstündür. Asıl kabe, kabe-i hakiki insan-ı kamildir… Burada gidip dönüyoruz o dönmek zahiridir. Asıl düşünen insanlara lazım olan insan-ı kamili bulup da etrafında dönmesi, hizmetinde bulunmasıdır. Bir taş binanın etrafında dönmek kolaydır, imkanı olan herkes yapar onu. Fakat kamil mümini bulup da O’nun etrafında dönmek, sohbetine nail olup sözünü dinlemek, hizmetinde bulunmak, insanı kemale o ulaştırır işte.
Peygamber efendimiz’in asr-ı saadetinde müslüman olmuş, O’nu tanımış, O’nun çevresinde dönen müslümanlara sahabe diyoruz. Sahabe-i kiram Peygamber SAS Efendimiz’i nasıl dinlermiş? Tasvir, anlatım, ta’rif şöyle: “Sanki başlarının üzerine ürkek bir kuş konmuş gibi… Sanki kıpırdandıkları zaman bu kuş ürküp kaçacakmış gibi… O kuş kaçmasın diye, hiç kıpırdamadan, nefesini bile dikkatle alıp vererek, Peygamber Efendimiz’i öyle dinlerlerdi.” Evladını gömen insanlardan asr-ı saadet içre ashab-ı kiram yapan işte Hazreti Peygambere olan tabiyetin, hizmetin, muhabbetin mükafatıdır. Nitekim Resuli Kibriya hazretleri bir gün ashabına: “Kalkınız ve savaşınız” buyurduğunda Sa’d bin Ubâde’nin “Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki atlarımızla birlikte denize dalmayı emretsen hiç tereddütsüz denize dalarız” demesinde bu adanmışlık duygusu, bu hizmet aşkı vardır.
Peygamber-i ahir zamana varis olanlar kıyamete kadar eksik olmayacaktır. Kabe-i hakiki olan O varisleri bulup onların etrafında belki peyklerin döndüğü gibi dönmek, O’nun hizmetinde bulunmak, sözünü dinlemek, gösterdiği yoldan dışarı çıkmamak gerektir. Hal böyle olunca Kabe-i hakikiye götürecek olan yolları aramak her mü’min-i muvahhidin boynunun borcu olsa gerektir.