Ey dil bu yeter

De ki: “HÛ Allâh EHAD’dır! (son, sınır kavramsız TEK’tir). Allâh SAMED’dir (Som, kendisine bir şey eklenmesi, genişlemesi ya da kendisinden bir şey açığa çıkması söz konusu olmayan) [İhlâs:1-2]

Anlat: Allah’ın tekliğini, Allah’ın samedliğini, doğmuş olmamasını ve doğurmuş olmamasını, tekliğinde O’nun denginin olmamasını.

eydil_buyeter

Mef’ûlü Mefâ’îlü Mefâ’îlü Fe’ûlün
Ey dil bu yeter iki cihânda sana iz’ân
Birdir bir iki olmaya yok bilmiş ol imkân

Hakk söyleyicek sende senin ortada nen var
Âlemde hemân ben dediğindir sana noksân

Ma’rûf olamaz kendini mahv etmeyen ârif
Hakk’ı bulamaz bâtılı terk etmeyen insân

Her yüzden olur kendi cemâline çün mir’ât
Her yüzden eder kendini seyr ol meh-i tâbân

Sa’y eyle rızâ gözle ko ıtlâk ile kaydı
Âlemde Semâ’î bu yeter sâlike irfân

Dîvâne Mehmed Çelebi [v. 1545]
Kaddesallahu sırrahul fettâhî

sultandivani_sanduka

Nâyî Osman Dede’nin Rast Âyin-i Şerîf’inin I. Selâmının güftesini de teşkil eden bu nutk-u şerif

bir de Hacı Fâik Bey’in Acemaşiran makamındaki bestesiyle meşkte geçilmişti. Terimiz soğusun diye beklerken sohbetteki ateş-i aşk kızıştıkça kızışmış yakar diye korkarken cümle çiğ yerlerinin piştiğini hissetmeye başlamıştı.

Hakk’ın olıcak işler
Boştur gam u teşvişler
O hikmetini işler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse, güzel eyler

Hâlbuki sizi de yapıp ettiğiniz işleri de Allâh yaratmıştır! [Saffât:96]

Bir manzaraya bakarken hayretle “Allah ne de güzel yaratmış maşallah” deriz de “cümle işler Halık’ındır kul eliyle işlenir” vahdet gerçeği pek işimize gelmez, zuhûrâta itirâzımız, âlemle kesrette kavgamız bitmez.
Yâni ol vahdet, bu kesretten âşikâre oldu
Zîrâ biri çünkü saydın çok oldu

Mâdem ki bütün fiileri yaradan Allah’dır öyleyse üzüntü ve kuruntu boşadır… Üzüntü ve endîşe yerine O’nun hikmetlerini anlamak lâzımdır… Allah’ın bütün işleri ve fiilleri birbirine uygundur, biri diğerini nakz etmez… O ne işlerse olması gereken de odur… Kalbinden tasayı uzak tut yâni olana-bitene üzülme! Olanın olmamasına imkân yoktu! Sen dâim Allah ile olduğunu bil de her işini O’na ısmarla!

… Kulağında efendi hazretlerinin sohbetten kalan son sözleri yankılanıp dururken inceden bir niyaz tutturdu: “Aman ya Pirim, beni de şu garîp bendeni de kendinden say, nefsime bırakma da kullanacaksan sen kullan”

Daha tekkenin bahçesinden ayrılmadan hâcet penceresinin, demir parmaklıklarına koparacakmışçasına yapışmış bir meczuba ilişti gözleri.

Yakına, biraz daha yakınına gelip kulak misafiri oldu senli benli konuşmasına:

Destûr ya Hazret-i Pîrim
Âlimsin âlim bilirsin hâlim
Tükendim artık kalmadı mecâlim
Ver de ki versin bilirsin pek lâzım

Hemen verdiği söz geldi aklına… elini cebindeki zarftaki zor günler için biriktirdiği mangıra götürmesiyle, hırpâni kıyafetli meczubuna ateş gibi yanan gözlerini kendine dikmesi bir oldu.

Sokakta görse yüzüne bakmayacağı türden bu ihtiyara doğru zarfı uzatırken kendine hâkim olamadı, içinden geçenleri yüzüne söyledi ve olanlar oldu:

– Al bakalım hediyeni Hazret-i Pîr’in ikrâmıdır amma benden istesen n*h alırdın!
Hiç düşünmeden yapıştırdı yüzüne cevâbı
– Sen versen n*h alırdım!

Veren verdiğini görmüyor, alan kimden aldığını bilmiyor, “sadaka fukaranın eline düşmeden Hakk’ın eline düşer” sırrı izhâr oluyor.

Ve her ikisi de ez cân u dil ber ruh-u Ahmed salavat getirirken sarılıp bir oluveriyor.

Arkalarından baka kalan fakirin diline bir beyit takılıyor

Senlik de yoktur, benlik de bizde
Zerrât-ı âbız tek bir denizde