Bir Selâm için geldik

Bismillah yâ Fettâh, Bismillah yâ Rahmân, Bismillah yâ Rahîm, Bismillah yâ Muîn, Bismillah yâ Sabûr, Bismillah yâ SelâmBismillah yâ Şâfî, Bismillah yâ Kâfî, Bismillah yâ Hayyu’l Kayyûm. Destur Fethu’l-ebvâb-el-hayr, Destur def’i ref’i şerr ü belâ, Destur Fethu’l-Kulûbinâ, Destur yâ Feyyâz, yâ Mu’tî, yâ Kerîm.

Feyz-i irfân hakikat ilmini ihsân buyur
Öyle yazdırdın, öylece kabul buyur

selam_olsun

Selâmete giden yolda sen varsın
İyi kullarına her yerde kârsın
ES-SELÂM adınla herkese yârsın

Selâmun aleykum, selâm olsun size fakat ayrılanların verdiği selâm değil her zerresi birliği haykıran öylesine selâm ki biteviye yenilenip duran, “her an bir iş ve oluşta olanın” [Rahmân:29] nefesiyle…

Mâdem dünya bir gündür, o gün bugündür, bir kördüğümdür. Düğümlerin çözüleceği günü bugün bilip birlikte yaşamaya var mısınız?

Selamdan evvel söze başlamayın. Kim selamdan önce söze başlarsa ona cevap vermeyin. [Râvi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma) R. Ehâdis:466-6]

Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berakâtuhu

Selâm ile size yönelene, siz de daha kapsamlı, daha güzel bir selâm ile karşılık verin yahut aynısıyla karşılayın. Muhakkak Allâh, her şeyde Hasîb’dir (açığa çıkanın sonucunu yaşatandır). [Nisâ:86]

ve aleykumuss-selâm ve rahmetullâhi ve berakâtuhu

Aşkla başladı, cümle fâninin fenâda safâ sürdüğü hayat ve bütün varlığı sevgisinden yaratmıştır Allah. Hâsılı her şey sevmekten, aşktan ibarettir. Aynı şekilde ahirette ibadet yoktur amma muhabbet vardır, sevmek vardır, iman vardır ve elbette “selâm” vardır.

Kapılar açıp köprüler kuran anahtar kelimemiz şimdi de “selâm” ve işte bu anahtarın çıktığı ummân:

İmân etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe imân etmiş olmazsınız. İşlediğiniz takdirde birbirinizi seveceğiniz bir iş söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız. [Müslim:İman-93]

Nâm-ı tû Selâm u geşte Sâlim
Ez gerden-i men figen mezâlim

Senin adın Selâm (her çeşit afet ve kederlerden emin olan) ve Sâlim (Eksiği, noksanı olmayan, hatâsız, kusursuz ) olarak geçer mâdem benim yakamdan mezalimi, zulüm ve haksızlıkları düşür.

Peki nedir selâm?

Selâm ( السلام ) Allah’ın isimlerinden bir isimdir. Allah onu yeryüzüne vazetti, aranızda yayınız [Et-Tergib ve’t Terhib:III-428]

Bir kere şunu bilmiş olasın ki:
O Selâm’dır (yaratılmışlara selâmet ihsân eden, yakîn ve kurb hâlini oluşturan, mâiyet sırrını açığa çıkaran) [Haşr:23]

ES-SELÂM CELLE-CELÂLUHÛ: Kullarını, dünyevî ve uhrevî âfetlerden kurtaran, mahlûkâta (beden ve tabiat kayıtlarından; tehlikeden) selâmet ihsan eden, yakîn hâlini oluşturan; iman edenlere “İSLÂM”ın hazmını veren; Dar’üs Selâm (hakikatimize ait kuvvelerin tahakkuku) olan cennet boyutu hâlinin yaşamını meydana getiren! Rahîm ismini tahrik ile açığa çıkardığı isim – özelliktir! “Selâmün kavlen min Rabbin Rahîm = Rahîm Rab’den “Selâm” sözü ulaşır (Es-Selâm ismine yüklenen özelliği, Rableri olan Esmâ hakikatlerinden açığa çıkan yolla yaşarlar)!” [Yâsin: 58]

Mâdem O Selâm’dır, kulu olana yakışan da “Tehallaku bi-ahlâkillah, tehallaku bi ahlâki rasûlullah” yâni Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanın ve Rasûlullahın ahlâkıyla ahlâklanın, rengine boyanın emrine muhabbetle tâbi olmaktır. Öyle ya O El-Kerîm olarak mutlak cömert biz de kul olduğumuz kadarıyla mukayyet cömert:

Anadolu köylerini gezen turist abla, gördüğü ilgiden ziyadesiyle memnun olduğu halde rehberlerine, Müslümanların neden bu kadar cömert ve misafirperver olduğunu sormuş.  Gönül dilinden anlayan, Müslümanlığı ve insanlığı ince bir görüşe hayatından sızan hazreti insan hemen cevap vermiş: “Çünkü Müslümanların iman ettikleri Allah da çok cömert ve misafirperver”

Ahlakı Kur’an olan Habibullah Efendimiz’in ahlâkı ile ahlâklanmak ise Kur’ân’ın bütününü yaşamak, güzel ahlakı tamamlamak, rengine cümle boyanmak olsa gerektir.

Burada şâhid olduğunuz cümleler ise O’nun selâmını alanlardan, irfan meclisinde dinlediklerimizden…

“Kardeşlerime selâm olsun” buyuran Habîb-i Kibriyâ’ya duyulan sevgiyi en çok O’nun rengine boyanan mü’minlerin yüzünde görürüz zirâ Efendimiz’in selâmını almıştır onlar.

İşte o selâm can kulağına erişti ya:

Selâm itmişsin ey hûri-likâ âdemlik itmişsin
Cahîm-i firkatin şimdi bana Dârü’s-selâm oldu

– Dârü’s-selâm, selâm yurdu, ne efsûnkâr bir kelime. Kelâm-ı kadîm’de yeri var mı?

Allâh, Selâm Yurduna (bedensel sınırlamalar ötesindeki, hakikatinize bahşedilmiş kuvvelerle yaşam boyutuna; ana vatanınıza) çağırıyor. [Yunus:25]

Bu dâveti can kulağıyla işitenlerin de diline pelesenk olmuş evrad u ezkarlar biliriz:

Allâhümme ente’s-selâm  ve minke’s-selâmu ve ileyke yeûdu’s-selâm fe hayyinâ Rabbenâ bi’s-selâm ve edhilnâ dâreke dâre’s-selâm. Tebârekte Rabbenâ bi’s-selâm ve teâleyte leke’l-hamd ü yâ zelcelâli ve’l-ikrâm: Ey Allah’ım, zatı ayıptan ve sıfatı noksandan ve kötü fiillerden pâk ve sâlim olan ve kullarını korkulu şeylerden kurtarıcı sensin. Dinî ve dünyevî âfetlerden ve kahr eserlerinden iki cihanda selâmet ve kurtuluş sendendir. İki cihanda selamet, sana dönüşe ve kavuşmaya bağlıdır. Ey Rabbimiz, bizi korkunç şeylerden muhafaza buyur ve selametle ebedî hayata eriştir. Bizi fazlınla ve lütfunla ‘Darüsselam’ ismiyle isimlendirilen cennetine koy. Sen selamet, bereket ve ihsan sahibisin. Ey azamet, celâl, ikram ve cemal sahibi olan Allah’ım! Zatınla, ef’âlinle, sıfatınla herkesten ve her şeyden yücesin. Bütün hamd ve senâ ancak sana mahsustur.

Yâ Rab beni kavuşdur dârü’s-selâm-ı yâre
Rûhumda iştiyâkım çokdur o huld-zâre

asırlardır bu topraklarda, her sabah okunan Evrâd-ı Bayramîyye’de geçer:

Merhaben bi’s-sabâhi’l-cedidu ve bi’l-yevmi ‘s saidu ve bi’l-melekeynil kerimeynil katibeyniş – şâhideynil âdileynil hâfizayni : Şu gelen yeni sabaha selam olsun merhaba yeni sabah ve merhaba pek uğurlu ve güzel günümüz ve merhaba beni yalnız bırakmayan koruyucu, yazıcı, âdil melekler, size de selâm olsun.

Biz, bu selâmın âdâbını O’ndan öğrendik ki O’da Rabbinden aldı selâmı:

Cibril (a.s.) Bana geldi ve buyurdu ki: “Ya Muhammed (s.a.s.) Rabbin Sana selam ediyor ve şöyle buyuruyor: Muhakkak ki Allâh ve melekleri, Nebi’ye salât eder… Ey iman edenler, siz de O’na salât (yönelin) edin ve tam bir teslimiyet ile selâm verin! [Ahzab:56]

Emrini duyduk, işittik ve imân ettik:

“Ey Allah’ın Resûlü, sana nasıl selam vereceğimizi (tahiyyat dua­sından) öğrenmiş bulunuyoruz. Ancak sana nasıl salât (dua) edeceğiz?” dedik. Bunun üzerine:

“Şöyle deyiniz!” buyurdu: “Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed Kemâ salleyte alâ Îbrahime ve alâ âl-i İbrahim. İnneke hamîdun mecîd. Allahümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed kemâ bârekte alâ İbrahîme ve alâ âl-i İbrahime inneke hâmîdun mecîd. [Tirmizi:Vitr-20]

Böylelikle bize asırlardan öncesinden gönderdiğin selâmı da canla başla almış olalım yâ Habîballah:

Benden sonra gelen ümmetimden kıyamete kadar rast geldiklerinize selâm söyleyin. (Resulallah (s.a.s.) Meymune (r.anha)’nın evinde otuz kadar ashabına nasihat ve veda ettiğinde bu hadisi şerifi söyledi.) [Râvi: Hz. İbni Mes’ud (r.anhüma) R. Ehâdis:79-3]

Ki kendi hakikatinin gereğince sevk-i tabi ile hareket edenlerden, seni bilenlerden, sana selâm vermeyen yoktu yâ Habîballah:

Cebrail (a.s.) Bana gözükmeye başladıktan sonra hiç bir taş veya ağaç geçmezdim ki, Bana “Esselâmu Aleyke Yâ Resulallah” demiş olmasın. [Râvi: Hz. Âişe (r.anha) R. Ehâdis:352-8]

İslâmiyette birine selam verirseniz o da size ve aleykümüsselâm der, güzel sûrette mukâbelede bulunur. İşte Salavât-ı Şerîfe dahi böyledir derhal Peygamberimizin ruhu tarafından size iade edilir, şu halde Efendimize gönderilen salavat ve selâmların ehemmiyeti âşikâr oldu. Eğer “YÂ ALLAH” diye zikr ü tesbihte iseniz “Beni düşünen sevgili kulum, seninle beraberim, sen ne istersen söyle vereceğim” der ve sizi aynı sizin gibi anar. Hamam ve Câmi gibi kubbeli boş ve geniş yerler bu anışı isbat eder ki, “Yâ ALLAH” derseniz aynı sözün sizin kulağınızda da akisler yaptığını duyarsınız. Hayatta hiç bir hareketimiz, sesimiz gibi zâyî olmayıp yine bize geliyor aksediyor demektir. Şu halde dâima Rabbimizi ve Peygamberimizi anmamızın lüzumu anlaşıldı demektir.

Selâmı veren emân verir, selâmı alan selamette olur,  garîbe bir selam, bir altın yerine geçer. [Kutadgu Bilig]

– Peki insan selâmı nereden öğrenmiştir?

Hz. Adem, ilk insan olması sebebiyle başka bir insanla selamlaşması mümkün değildir. Bu bakımdan ilk selamlaşması meleklerle olmuştur. Buna işaret eden hadis şöyledir: “Cenâb-ı Hak Adem’i yarattığı zaman; git şu oturan meleklere selam ver, selamını nasıl karşılayacaklarını dinle. Zira onların karşılığı senin ve evladının selamı olacaktır.” buyurdu. Bunun üzerine, Hz. Adem, ‘es-Selamu aleykum’ dedi. Melekler de ‘es-Selamu aleyke ve rahmetullah’ diye mukabelede bulundular. [Muhyiddin Nevevî, Riyazussâlihin:II-270]

– İnce insan demek olan müslüman, selâmı kimlere verir?

Evinden çıkarken geride kalan hane halkına ve her girdiğinde boş da olsa evine selam ver:

Bir eve girdiğiniz zaman ehline selam veriniz, çıktığınız ·zaman da selam veriniz… Eve girdiğin zaman, evde kimse yoksa, ‘es-Selamu aleynâ ve ala ibadillahissalihîn’ deyin zira melekler selamı size iade eder. [Musannaf, X:359-389]

Bu selamdan sana da pay var merak etme:

Adam evine girince şöyle desin: “Allahım, ben senden hayırlı giriş ve hayırlı çıkış dilerim. Allah’ın adıyla girdik ve Allah’ın adıyla çıktık. Ve ancak Rabbımız olan Allah’a tevekkül ettik.” Sonra nefsine selam versin. [Râvi:Hz. Ebû Malik el Eş’ari (r.a.) R. Ehâdis:66-11]

Sımsıcak bir güleryüzle yolda karşılaştıklarından, müsait durumda olanlara, bir iyi dilek temennisi olarak selâm ver:

Yemek yedirmek ve tanıdığına da tanımadığına da selam vermektir. (Bir kimse Peygamberimize islamiyetin ne türlüsü iyi? diye sormuştu) [Râvi: Hz. İbni Amr (r.anhüma) R. Ehâdis:252-8]

agac_selam.jpg

Her selâm ile biraz daha kendine geleceğini, arınacağı hatırlayarak selâm ver:

Birbiriyle karşılaşan iki müslümanın misali biri diğerini yıkayan iki el gibidir. (Selam verir musahafa eder, mağfiret olunurlar.) [Râvi: Hz. Enes (r.a.) R. Ehâdis:392-1]

Hatta beraber yürüdüklerini bir süre göremesen ilk görüşte yine selam ver:

İki müslüman beraber giderken aralarına bir ağaç, toprak veya bir kaya girerse, biri diğerine selam versin ve selamı çoğaltsınlar. [Râvi: Hz. Ebud Derda (r.a.) R. Ehâdis:32-2]

Yolda bir engelli kardeşine rastlarsan, sesini ve kalbini yumuşat, sakın selâmı unutma:

Âmâya (âmâdır diye) selam vermemek, hıyanettir. [Râvi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) R. Ehâdis:250-7]

Gün içinde, yolun, Allah’ın evi olan mescitlere mutlaka uğrasın, camiye girdiğinde, iki rekat namaz kılmadan oturma, buna “camiyi selamlama” mânâsına tahiyyatül mescid derler:

Biriniz mescide girdiğinde, oturmadan önce iki rekat namaz kılsın. [Müslim:Salatü’l-Müsâfirîn-11]

Tahiyyat ile şâhid olduğun selamlaşma sahnesinden sonra namazın sonuna yaklaşırken, huzurdan ayrılmanın acısıyla önündekine ve sağ yanına, sol yanına ve arkandakine başını çevirerek ‘es-selâmu aleykum ve rahmetullah’ diyerek verdiğin selâmda ise  ikâme-i salâttan idâme-i salâta geçiş vardır erenlerim, dört yanın selâmet içinde olduğu halde…

Bu selâmın ehli indinde bir başha esrârı daha vardır: Onun için namazda selâm: “Esselâmın aleyküm ve rahmetullah Rabbi’l- maşrık”:Âmin “Esselâmu aleyküm verahmetullah Rabbi’l-mağrib”:Âmin Can kulağın açıksa, birisi ALLAH selâmıdır, biri Resûlullah’a selâmdır.

Habîb-i Kibriyâ Efendimiz selam verip (namazdan çıkınca) üç kere istiğfarda bulunup Allahümme ente’sselâm ve minke’sselâm tebârekte ve teâleyte yâ ze’lcelâli ve’l-ikrâm. (Allah’ım sen selamsın. Selâm.et de sendendir. Ey celâl ve ikrâm sâhibi sen münezzehsin, sen yücesin)” buyururlardı. [Tirmizî:Salât-224]

Hayatın en büyük gerçeği olan ölümü unutmamak için mezarlıklara uğramayı da ihmâl etme:

Yahya Kemal’in Madrit Büyükelçiliğimizi yaptığı yıllarda nüfusumuz 14- 15 milyon kadarmış. Bir vesile ile kendisine ülkemizin nüfusu sorulduğunda: “Türkiye’nin nüfusu 50 milyondur…” buyurunca  orada bulunlar bu cevaba şaşırmışlar tabi ve hayretlerini gizleyemeyerek: “Bu nasıl olur” demişler. Bunun üzerine Yahya Kemal şu izahı yapmış: ”Bunda şaşılacak ne var ki? Biz ölülerimizle birlikte yaşarız”

Ölen insanlarla, münasebetin kesilmemesinde, selamın pek büyük bir rolü vardır.

Bir adam akrabasının, yakınının kabrine gider, selam verir ve onun yanında oturursa, selamını alır ve onunla yanındaki kalkıncaya kadar ünsiyet eder. Esselamü aleyküm yâ ehlel kubûri, minel mü’minîne vel müslimin. Yağfürullahü lena ve leküm, entüm selefüna ve nahnü bil ısri. Allah bizi ve sizi affetsin, Siz önden gidicisiniz, biz de peşinizden, size kavuşacağız. Ey Allahım! Onların ecrinden bizi mahrum etme. Ve onlardan sonra bizi fitneye uğratma. Allah’a iman ederek dünyadan çıkmış olan ey fani ruhlar, çürümüş bedenler, toprak olan kemikler selam üzerinize olsun. Allahım, indi ilahinde bunlara rahmet indir ve bizden (onlara) selam ulaştır. Esselamü aleyküm ey mü’minler kavminin yurdu. Biz ve siz yarın bize vaad edilene kavuşacağız. Ey Allahım! buradakilere mağfiret et. Esselamü aleyküm ey müminler kavminin yurdu. Biz size kavuşacağız. “İnnâlillah ve innâ ileyhi râci’ûn.” Sizler büyük bir hayra nail oldunuz. Ve dünya şerrini de atlattınız. [Râvi: Hz. Beşir (r.a.) R. Ehâdis:215-2]

Mezarlıktan çıktan sonra, kalbin baharı olan çocuk sesi de eksik olmasın hayatından

Habib-i Kibriya Efendimiz çocuklarla selamlaşırdı. Bu suretle çocuklarla münasebet kurar ve onları okşar severdi. Bir gün Hz. Peygamber Ensar’ı ziyaret ediyordu, Ensarlı çocuklar Peygamber’in etrafını çevirdiler. Peygamber onların başını okşadı ve selam verdi. O, engin bir tevazu içinde çocuklarla her fırsatta ilgilenmiş, şakalaşmış, gördüğünde onlara selam vermiş, hal hatırlarını sormuş, hasta olduklarında ziyaretlerine gitmiş, onların kusurlarını da hoş karşılamıştır. Bundan dolayıdır ki, dünyanın en mutlu çocukları, onun yaşadığı dönemin çocuklarıdır diyebiliriz.

Elbette dost meclislerine de uğrar gelip geçerken yolun:

Sizden biri bir meclise gelince selam versin. Oturma gözüküyorsa otursun. Kalkıp gitmek isterse yine selam versin. Zira birinci selam ikinci selamdan evlâ değildir. (İkinci selama da ihtiyaç vardır. [Râvi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) R. Ehâdis:23-8]

Sonra o meclislerde, bize selâmı öğreten Sultânı hatırlamayı, hatırlatmayı unutma:

Meclis olmuş tıka basa
Nice vaaz nice kıssâ
Güzel adın anılmazsa
Sohbet nedir yâ Nebî
Salli ala resulinâ Ahmed,
Muhammed, Mustafâ

Meclislerinizi Bana selat ve selam getirmekle ziynetlendiriniz. Zira Bana salavat getirmeniz kıyamette size nur olur. [Râvi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma) R. Ehâdis:293-5]

Hele bir de günlerin efendisi Cuma geldiyse selâm, mahlukatın nefesiyle âleme yayılır:

Cuma günü olduğunda, kuş kuşa, vahşi hayvanlar vahşi hayvanlara, yırtıcılar da yırtıcılara “Selamün aleyküm, bugün Cuma günüdür” derler. [Râvi: Hz. Ali (r.a.) R. Ehâdis:60-11]

Cumaları ve selâmı yayan  nefesleri uc uca ekleye ekleye ekleye, selam.et içre yaşarken banttan izlediğin filmin sonu yaklaştığında:

Müslümana ölüm geldiğinde azaları birbirini selamlar. Ve şöyle derler: “Selam sana. Sen benden, ben de senden kıyamete kadar ayrılıyoruz.” [Râvi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) R. Ehâdis:235-11]

Ten kafesinden kurtulup da en yüce sevgiliye kavuşma vakti geldiğinde:

Tahıyyetühüm yevme yelkavneHÛ Selâm* ve eadde lehüm ecran kerîma; O’na kavuşacakları (ölüm, zati tecelli) gün, onlara tahiyye’si (hayat-esenlik dileği) “Selâm”dır… Onlar için kerîm (şerefli, bitmez) bir ecir hazırlamıştır. [Ahzab:44]

Ve bir berzahtan geçilir, en büyük zevk alemine varan seferde:

Mü’minlerin kıyamette sırat üzerindeki alametleri: “Ya Rabbi Sellim, Sellim” sözüdür. (Selam ismiyle tecelli edip selamete erdir.) [Râvi: Hz. Muğire İbni Şu’be (r.a.) R. Ehâdis:305-12]

Sabr edenlere, Adn cennetinde, vatanına döndüğünde selâm:

Selâmün alayküm Bima sabertüm fenı’me ukbed dar; “Selâmun aleyküm sabretmenizden dolayı… Yurdun sonu ne güzel!”, (der, melâike). [Ra’d:24]

Selâmun aleyküm (Selâm ismiyle işaret edilen kuvvesi sizde açığa çıksın) sabretmenizin sonucu… Son vatan ne güzel!” (“Vatan sevgisi imandandır” hadisinde işaret edilen “vatan” bu olsa gerektir.

Temizlenenlere, zümer cennetinde karşılama selâmı:

Ve siykalleziynet tekav Rabbehüm ilel cenneti zümera hattâ iza cauha ve fütihat ebvabüha ve kale lehüm hazenetüha Selâmün aleyküm tıbtüm fedhûluha hâlidiyn; Rablerinden ittikâ edenler (beşeriyetlerinden korunanlar) ise zümreler hâlinde Cennet’e sevkolunmuştur… Nihâyet oraya geldiklerinde ve onun kapıları fetholunduğunda (açıldığında), onun bekçileri onlara: “Selâm’un aleyküm! Tayyipsiniz, tertemiz olmuşsunuz… Ebedi kalıcılar olarak girin oraya” [Zümer:73]

ve bir cennet nimeti olarak selâm:

La yesmeune fiyhâ lağven illâ Selâma ve lehüm rizkuhüm fiyhâ bükreten ve aşiyya; (Onlar) orada lağv (faydasız boş söz) değil ancak “Selâm” işitirler… Orada kendilerinin sabah-akşam rızıklanmaları da sözkonusudur. [Meryem:62]

Ki zâten canların çektiği de ancak selâmdır, selâm!

Lehüm fiyhâ fâkihetün ve lehüm mâ yeddeûn; Onlar için orada meyvalar (amellerinin hâsılası idrâklar) vardır… Ve onlar için temennî -arzu ettikleri/canlarının çektiği şey vardır. Selâmün kavlen min Rabbin Rahîm; (Ki o temennî ettikleri/canlarının çektiği şey) “Selâm”’dır; (yani) Rahîm Rabb’den bir söz (devamlı, selâmet hükmü) [Yâ-sin:57-58]

Ehli Cennet, nimetlerine dalmış halde iken kendilerine bir nur zahir olur. Başlarını kaldırınca görürler ki, Rab, üstlerinden kendilerini şereflendiriyor. Ve “Esselamü aleyküm ya ehli Cennet” diye buyuruyor. İşte bu, Allah Tealanın Kur’andaki “Selamün kavlen mirrabbirrahim” ayetindeki buyurmasıdır. Ondan sonra Allah onlara nazar eder, onlar da Allah’a nazar ederler. Ve Rablarına nazar ettikleri müddetçe, başka hiçbir nimete iltifat etmezler. Ta ki, Allah Tealanın temâşâsı kalkıp, nuru ve bereketi kalıncaya kadar. [Râvi: Hz Cabir (r.a) R. Ehâdis:247-1]

Peki… O’nda ğâib olanlara bir de sualimiz olsa, bu cennet için zahiri kıyam.eti beklemek şart mıdır?

“Mûtû kable en temûtû” sırrına mazhar olan
Haşr-ü neşri bunda gördü nefha-i sûr olmadan 

Yüzünü gölgeye (beden) değil güneşe(ruh) çevirdiğinde, kendini bulup, aslına dön.üş.düğünde selâmı kendinden kendine verirsin:
VesSelâmû aleyye yevme vülidtü ve yevme emutü ve yevme üb’asü hayya; “Doğduğum gün, öleceğim gün ve Hayy olarak ba’solacağım gün Selâm bana”. [Meryem:33’ten Ruhullâh olan Hz. İsâ aleyhisselâm’ın selâmı]

Mânâyı kelamsız anlayana sahibinden selâm olsun, geride kalanlara ise ayet açık:

Sen onlara aldırma ve: “Selâm” de! Yakında bilecekler (işin hakikatini)! [Zuhrûf:89]
Artık o halde olanlara saygılı davranarak onlardan uzak dur ve selam vererek ayrıl. Belki de yakında hakikatlerini bilirler.

Kâse-i ömür dolarken, Bir “Gel” emri ile vakit tamam olmadan evvel,
Selâm secdesine* varıp işbu fâni kelâm, sırlanmazdan evvel

Buyrun bakalım Şevkutarâb Mevlevi ayin-i şerifinin birinci selâmı’ndan cân kulağına nice bin şifa dolacak…

Sevgili: “Sizlere selâmlar olsun!” deyince bu ses bütün âlemi tuttu. Neşeden, gönül selam secdesine kapandı, can da beline gayret kemerini kuşandı…

Selâm Secdesi: İhtiram maksadıyla, şer’î ölçüler içinde yere kapanma. Bu secdeye dair kelâm-ı kadîmden misaller şunlardır:
1. Meleklerin Allah’ın emri üzerine Hz. Âdem’e secde etmesi. Meleklere: “Secde edin Âdem’e” dediğimizde secde ettiler (yoktan vâr olmuştaki Esmâ’dan meydana gelmiş varlığa – Esmâ mertebesine) ancak İblis, benliğinin yüceliğinden (enfüsünde gördüğüyle âfaktaki hakikatten perdelenerek) inkâr etti. Hakikati inkâr edenlerden (kâfir) oldu. [Bakara:34]
2. Hz. Yakub’un eşi ve on bir çocuğu ile birlikte Hz. Yusuf’a secde etmeleri. Anne babasını tahtın üzerine oturttu ve sonra da hepsi birden ona secde ettiler. [Yusuf:100]

Selâm secdesine, secde-i tahiyye de denir. Turûk-u Mevlevîyye şeyhleri ve dervişleri, yaşları ve rütbeleri ne olursa olsun baş keserek* bir.birine secde ederlerdi.
Baş Kesme: Ahîler, Halvetîler, Mevleviler,Bektâşîlerde ve daha nice ehl-i tarîk arasında, sağ ayağın baş parmağını, sol ayağının baş parmağı üstüne koymak (mühürlemek), eller düz ve parmaklar açık olarak sağ kol, sol kolun üstüne gelecek şekilde, elleri omuz başlarına çaprazvarî götürmek sonra da belini bükmemek şartıyla başını öne doğru, nazarlar kalbe olacak şekilde eğmek. Baş kesme; canlar karşılaştıklarında, şeyhin, tarikat büyüklerinden birinin huzurunda, bir velînin türbesinde yapılır.

Önce selam, sonra kelam, sonunda da ve’ s-selam

Onların ondaki Allâh’a yönelişleri: “Subhaneke Allâhümme : Subhansın sen Allâh’ım; seni tenzih ve tespih ederiz”dir. Birbirlerine yönelişleri, sağlık temennileri, iltifatları ise: “Selâm”dır (Selâm ismi mânâsı sürekli açığa çıksın bizde) Yönelişlerinin sonucunda ulaştıkları, son sözleri ise: “El Hamdu Lillâhi Rabb-ül âlemîn : Hamd Rabb-ül âlemîn Allâh’ındır”  [Yunus:10]

Biz dünya hayatında da, ahirette de sizin dostlarınızız. Cennette sizin için canınızın çektiği ve istediğiniz her şey vardır [Fussilet:31] Cennette, arzu edilen herşey bulunacağı için, bunlarla ilgili bir duaya ihtiyaç kalmayacak ve Cennet ehlinin duası, en saf, en yüce ve en haz verici kısmından, yani tesbih ve hamdden ibaret kalacaktır ki, bu da Cennet nimetlerinden bir büyük nimettir.

Ey mu‘tebir, kâfî sana maksûd içün bunca beyân.
Fehm-i zekî ashâbına ‘ibret gerektir her zamân

İslâm ile selâm aynı kaynaktan geliyor. Aslından sızan bir gönül selâmı her şeyi kucaklıyor. Hepimizin fıtratında bu ‘selâm’ ile ‘islâm’ var. Ve nükteye âgâh olanların gönlündeki madde âleminden mânâya açılan kapıdan (nokta-i süveydâ) bütün diğer zerredeki o noktaya dalga dalga bir akış var her selâm ile çoğalan. Bu noktanın keşfiyle, bu hikayeyi başlatan sonsuz aşkın gönülden gönüle devrederek aktığını, görebilir, hissedebilir, yaşayabilirsiniz…

Saklarım gözümde güzelliğini
Her neye bakarsam sen varsın orda
Kalbimde gizlerim muhabbetini
Koymam yabancıyı sen varsın orda

Aşkımın temeli sen bir âlemsin
Sevgi muhabbetsin dilde kelâmsın
Merhabâsın dosttan gelen selâmsın
Duyarak alırım sen varsın orda

Derin mevzular

Ey âşık, ölürüm diye mi korkuyorsun, ölümüm ancak sûretimin gözünden kalkmasıdır, iyi bak her surette görünen benim! [Fakîrullah Zekâi Efendi]

asimbaba

[Nev-NİYÂZ ve DEDESİ]

– Gene birikti sorular, size rastlamak ne saadet… bir nutk-u şeriften hatırımızda kalmış olmalı:
“Her yerde fakat ârifin kalbindedir Allah
Yoksa sen onu arz-ı semavatta mı sandın?”
tekrarıyla teselli olur dururuz, yapıştı dilimize mübârek…

– Anahtarımız ser-levhâya aldığımız sözden zuhur etsin, altına astığımız surette tam sağ üst köşede yazılıdır aslı, başa dön yavaş yavaş bir daha oku!

– Resimdeki Dede kim?

– Ankara’da, Hacı Bayramı Veli Sultân(ks) dâmeninde mukîm, Zekâi Efendi ahfadından Tesbihçi Asım Baba. Daraldıkça nefesine uğrayıp nazar alırız. “Arifin kalbi” dedin ya yâdımıza düştü hazretim… Buradan varalım kûyi dilâra’da seni yakan beyitlere; Erenlerim bilmiş ol ki kalp tasfiye olup saflaştığında hâsıl eylediği mârifet nuru sâyesinde kendisinde Hak hissedilir surette tecelli eder. Bu halde hakîkat zâhir olup şek ve şüphe tamamen zâil olur gider.

– Kalbin tasfiye olması ne demektir? Nasıl anlaşılır?
– Kalbin tasfiyesinden maksat kalpten gayriyat kir ve bulaşıklarını silip temizlemek oradan Allah’dan gayrısını, Hak olmayan suretleri def etmektir. Çünkü gerçek Beytullah müminin kalbidir. Dışarıdaki Beytullah onu temsil eden bir âlemden ibarettir. Âlemlerin Sultanı, Mekke’nin fethinde Beytullahı putlardan, cümle kirlerden temizleyip gayriyattan boşaltıp tahliye etmedi mi? Orada putların bulunması eve de ev sahibine de yakışmaz. Esasen orada putlar bulundukça ev sahibi oraya tenezzül etmez. Daha doğrusu orada ikamet ettiğini o kimseye haber vermez. Bunun için gönül hânesini tam temizleyenlerden Şemseddîn-i Sivâsi hazretleri (v. 1597) şu tavsiyede bulundu:
Sür çıkar ağyarı dilden tâ tecelli ede Hak
Pâdişah konmaz saraya hâne ma’mur olmadan

– Kalbi zikirle mi temizlemeli?
– Cümle mevcûdât zâkir, kâinât dergâhdır. İnsan olana bu ilahi koroya eşlik etmek, alemin ritmiyle hem-aheng olmak düşer. Bilmez misin ayeti?

ve in min şey’in illah yüsebbihu bi hamdihi… ve hattâ hiç bir şey yoktur ki onu hamdiyle tesbih etmesin ve lâkin siz onların tesbihlerini iyi anlamazsınız! [17:44]
Hiçbir şey yoktur ki O’nu överek tesbih etmesin. Agâh olasın bir şeyin “överek anması” için onda idrak gücü bulunması zorunludur. Hakk’ın tecelli ettiği bir mazhar kendini bilmese bile Hak o mazharda kendini bildirir. Mazhar kendini bilince kendisinde zikredenin Hak olduğunu da bilir. Kendini bilen mazharda zikir, zâkir ve mezkûr bir olur. Böylece o mazhar kendisinde Zâhir ve Zâkir olanı överek anlamış olur.

– Mazhar dedinizde Hz. Musa kıssasında geçen bir ayet var ağaçtan ses geliyor hani “Şüphesiz Ben Allah’ım…” diye?

– Ağacın “İnni ene Allah” Hiç şüphesiz ben Allah’ım (28:30) demesi belki bir ihtâr ve bir delildir. Bu söz eşref-i mahlukât olan bir insandan sâdır olduğunda bu ayetten mülhem itibar görür.

Hani diline dolanan nutku şerifin evvelinde de geçer:
Hak suretidir âlem-i imkân ile Âdem
Bundan güzeli nerede ki, cennette mi sandın?

Madem ki bütün alem Hak suretinden ibarettir. Şu halde her kim(insan) veya herhangi bir şey(ağaç) “Ben O’yum” dese şeksiz doğrudur. Çünkü buradaki Ben kelimesi âlemin bir parçası olan ve insanî nutka mazhar bulunan şahsa, nesneye değil belki âlemin sûretinin sahibi olan Hakka işaretidir.

Oraya gelince kutlu yerde bulunan vadinin sağ tarafındaki ağaçtan kendisine nida edildi: Ey Musa, şüphe yok ki ben, alemlerin Rabbi Allah’ım. [28:30]
Ayette “Ben Allah’ım” hitâbı ağaçtan sâdır olmuş olsa da nasıl ağaca izâfe edilemez ise bir insandan sâdır olduğunda o insana değil ancak Allah’a izâfe edilebilir.
Her eserde ol müessir
Her eser O’ndan eser

Çünkü ağaç da insan da Allah’ın mazharlarından olup tecelli sahibi mazhar değil ondan zuhur eden ez-Zâhir’e aittir. Bir aynaya güneş vursa, ayna ben güneşim diyebilir mi?

Mademki Allah her yerden ezelde bahşedilen yetenek ve istidâdına göre konuşur, insandan da kendi istidadına göre konuşması yadırganmamalıdır. Aslında o mazhar bilse de bilmese de her gözden gören, her kulaktan işiten Allah’tan başkası değildir. Burada açıklanan fark “bilen ile bilmeyen” farkıdır.
Tam da buraya işaret eden Mısri hazretim ne güzel buyurmuş:

Zât-ı Hakk’ı anla zâtındır senin
Hem sıfâtı hep sıfatındır senin
Sen seni bilmek necâtındır senin
Gayre bakma, sen de iste, sende bul!

Bunu bir misalle daha açıklayalım: Mehmed konuşup “Ben Mehmedim” dediğinde bu söz doğrudur. Halbuki buradaki “Ben” kelimesi bir et parçasında bulunan, dondurma yaladığımız dile değil belki Mehmed’in zatına ve hüviyetine işarettir. İşte bir insanın bir şeyin hatta her zerreden kürreye her şeyin “Ben Allah’ım” demesi de bu kabildendir. Yani bu söz dahi şeksiz doğrudur. Söz çıktığı yere değil sözün sahibine işaret eder.

Lakin şurasını hatırlatalım ki dil “Ben Mehmedim” dediğinde bu söz doğru olduğu halde başkaları bunu hikaye ederek “Bu dil Mehmeddir” veya “Mehmed o dildir” demesi doğru olmadığı gibi bir ağaç veya bir insan “Ben Allah’ım” “Enel Hak” dediğinde bu söz hakikatte doğru olduğu halde diğer bir kimsenin o şeye “İşte o Allah’tır” veya “Allah odur” demesi de doğru olmaz.

Zikri geçen Sivâsî hazretleri nutku şerifin devamında
Mest olanların kelâmı kendiden gelmez veli
Ya niçin söyler Ene’l-Hak, kişi Mansûr olmadan
buyurması dahi buna işarettir.

– O kadar ismi geçti “mazhar” ne demektir?
– Bir şeyin görünür duruma geldiği, göründüğü, açığa çıktığı, zâhir olduğu yer veya kimse, tecellî yeri. Allah’ın güzel isimlerinden biri de ez-Zâhir’dir. Zahir görünen demektir. Görünmek ise ancak mekanda ve maddede olur. Allah Zahir ismiyle eşyada, tüm görünen nesnelerde isim ve sıfatlarından tecelli ederek Görünen’dir. Hayalde görülen ve manada tasavvur edilen şeyler Allah’ın el-Bâtın ismi kapsamında kalır. Allah isim ve sıfat mazharlarından tecelli ederek görünür. Zatı ile hiçbir zaman hiçbir yerde görünemez, bilinemez. İşte Allah’ın işlerinin ve sıfatlarının göründüğü yere mazhar denir.

Bundan dolayı mazharlardan birisi “Ben Hakkım” dediğinde bu söz mutlak olarak (Herhangi bir şart ve kayıtla sınırlı olmadan) doğrudur. Yine bunun gibi “Mazharlardan herbiri Allah’dan gayrıdır” sözü de doğrudur. Çünkü görünüş bakımından hiçbir mazhardan bütün eşya sudur etmemiştir.

Bu babdan bildiğimiz en güzel izâh Erzurumlu İbrahim Hakkı(ks) hazretlerine (v. 1780) aittir:
Mansur “Ene’l Hak” söyledi
Haktır sözü Hak söyledi
Nâdân mukayyet anladı
Amma ki mutlak söyledi

Kulunun dilinden kendini birleyen de öven de ancak Haktır. Bundan dolayı zât bakımından çokluk ve aykırılık olmayıp bunlar anlayış ve itibar bakımındandır. Çokluk ve aykırılık evham ve hayaller kabilindendir.
O’ndan başka herşey fanidir, yok olmaya mahkumdur…. Külli şeyun hâlikun illa vecheh (28:88) sadaqallahulazim.

Erenlerim mevzu derin biz de çok hızlı gittik, bundan öteye gidersek mânâ suratten kaçacak, su bulanacak; hele bir sindirelim, vâdemiz dolmadıysa devem ederiz elbet, kusurlar affola…

Ez serimâ reşte nümuden ve be-dest dâd nîst
Ez yârân kûşiden âlem-i dil hod bî-payanist
Her zaman be-haseb-i vakt ruh-ı tacilnümâ bâyed kerd ki her meyverâ
Vaktest ve lâkin der ciddi mücahade tacil bayed kerd ki ni taksîr

Bizden ipin ucunu göstermek lakin ele vermek değil,
Yârândan da gönül alemini açmak ki o âlem dar değil
Dem be dem vakitçe ruh acele eder ki meyve versin
Vaktidir ancak ciddi çaba gerek ki noksan kalmasın

Mürg-i cânım, hoş bahar etsin

Azm-i sefer ettin dil-i nâçârı unutma,
Gittin güzel ammâ bu dil-efgârı unutma… 

(Habibim) seni ebedî yâd-ı cemiline yemin ederim ki, varlığın, bekân hakkı için, hayatın hakkı için, senin ömrüne yemin olsun ki…[Hicr:72]

Nezd-i Hak’da kadrini bilmek dilersen ümmetâ
Gel “le-amrük” ayetin oku ne hoş takrîr ider

Firâkın âteşinden mahz-ı nârım, Yâ Resulallah!
Gönül hicran, gözüm kan, bî-kararım, Yâ Resulallah!
Garip bir andelîbim, zâr ü zârım, Yâ Resulallah!
Visâlindir, demâ-dem, intizârım, Yâ Resulallah!

Açılsın verd-i vaslın, mürğ-i cânım, hoş bahar etsin
Yanan kalbim; Saçın bûyiyle, mest olsun, karâr etsin
Kapından başka yer var mı? günahkârlar firâr etsin
Gamından bilmedim kârım-zarârım Yâ Resulallah!

Esîmim gerçi Hakkâ; rû-siyâhım, elde vârım yok
Velâkin Hânedâna bendeyim, bir gayrı kârım yok
Verirdim olsa bin cânım bu yolda, ihtiyârım yok
Bi-hamdillah budur tek iftihârım Yâ Resulallah!

Ey benim biricik güzelim! Senin ömrüne yemin edirim ki, kemal derecelerinde senin eşin ve benzerin yoktur. Ey benim güvendiğim, dayandığım aziz varlık! Çok kederliyim, gamlara batmışım, artık kalk, gel! Ey beni dertlerden kurtaranım, feraha çıkaranım! Ey benim enîsim, en yakın dostum! Ey meclisimizin ay’ı! Senin yüzün tam bir bedirdir, dolunaydır. Dudaklarının ıslaklığı bana helal bir şaraptır. Senin ruhun vefa denizidir. Rengin ayrılık parıltısı, ömrüne yemin ederim ki, günaha girmekten korkmasam, sana daha neler derdim. Alemdekilerin hepsini eritirsin. Hepsinin de kalpleri rahata kavuşur, onların mana gözleri açılır da görünmeyen şeyleri görürler. Sevgilim senin hayalin bile çok latif, çok güzel! Senin güzelliğin ile insanların ruhları huzura kavusur. Bedenleri de mest olur. Onları ilahi şarabın büyük kadehlerle içildiği bir meclise oturtursun.  Aşk hususunda gönle gelen bütün sorular ve cevaplar hep Hakk’tandır. O sorar, sonra kendi sorusuna kendisi cevap verir. Ben onun elinde bir rebab gibiyim. O bana sık sık mızrap vuruyor. Bana; “İnle, ağla!” diyor. Hz. Pir Mevlana (ks)