Üsküdarlı Şeyh Mustafa Zekâi Efendi

Gel vücûdun âteş-i aşk-ı Habîbullâh’a yak
Çeşm-i kalbi ol ziyâdan feth idüb Mevlâ’ya bak


Sînen içre nûr-ı zikr ile uyandır bir çerâğ
Ol çerâğun şu’lesiyle görine dîdâr-ı Hak

Evvelemirde bizi bizle tanıştırarak başlayalım söze; ihvân-ı bâ sâfâ kardeşlerim ve hazretim Üsküdârlı Şeyh Mustafa Zekâî Efendi (v.1812)

Üsküdar muhafızı mîr-i mîrân (beylerbeyi/vali) Hacı İbrahim Bey’in oğludur. Babası aslen Bursa Yenişehir’dendir. Üsküdar’da dünyaya geldi. Divanından İstanbul’da iyi bir eğitim aldığı anlaşılmaktadır. Babası İbrahim Bey’in ölümüne kadar Bâbıâli’de Dîvân-ı Hümayun Kalemi’nde çalıştı.

Hümâ-yı himmetim bâd-ı hevâya rağbetim yokdur
Kanâat kûşesinde rûzgâra minnetim yokdur

Devlet görevinde fazla kalmamış babasının ölümünden sonra tasavvuf yoluna girerek memurluktan ve İstanbul’dan ayrıldı. Simav’da Halvetiyye Şa’bâniyye’den Hacı Hasan Efendi’ye intisap ile seyr-i sülukun ikmâl eyledi. Bir kıtasından anlaşıldığına göre Şeyh Şabân-ı Velî’den de feyz almıştır:

Tarîk-ı Halvetiyye’nin pertevi nûr-ı Celî’dendir
Kemâlât-ı Velâyet anlara sırr-ı Alî’dendir
Görüp hâlât-ıla devrânımız dahl itme ey zâhid
Bize feyz-i İlâhî Şeyh Şa‘bân-ı Velî’dendir

Uzun süre ayrı kaldıktan sonra Üsküdar Doğancılar’daki evine geri döndüğünde ailesi neredeyse O’nu tanıyamamıştır. Üsküdar’da Nasûhî Hankahı’na devam ederek Seyyid Fazlullah Efendi’ye intisap etti. On beş sene onun hizmetinde bulundu; müezzinlik ve zâkirlik yaptı. Şeyhinin vefatı üzerine Simavlı Hacı Hasan Efendi’den seyri sülukunu itmam eyleyip İstanbul’a döndü(1805). Sinâniyye şeyhlerinden Çuhadar Muhammed Efendi’den de hilâfet alarak Arpa Emini Mahallesi’ndeki Ümmî Sinan Dergâhı meşihatine tayin edildi. Burada irşad vazifesini sürdürürken 1812 yılında alem-i cemâle göçtü. Aynı tekkeye sırlandı.

Şeyh Galib Dede (v. 1798), Sünbülzade Vehbî (v. 1808), Enderunlu Fâzıl (v. 1810) gibi XVIII. yy. meşhur şairleriyle çağdaş olan Hazretimin şiirlerinde Fuzulî havası sezilir. O aşk ateşiyle tutuşup yanmaktan zevk almış bir sûfîdir. Divanında Hz. Peygamber için yazdığı naatlardan başka, Kerbelâ ve Hz. Ali için yazılmış mersiye ve naatlar da dikkat çekmektedir. Şiirlerine genel olarak tasavvuf düşüncesi hâkim olsa da bazılarında rindâne, hakîmane, kalenderâne bir hava da görülür. Şeyh Muhammed Nasûhî Efendi’nin türbesinin dış cephesindeki kitabede yer alan müfred Şeyh Mustafa Zekâyî’ye aittir:

Makām-ı evliyâdur menba-ı feyz-i fütûhîdir
Edeble dâhil ol sûfî bu dergâh-ı Nasûhîdir

Mustafa Zekâyî Efendi, güftesi de kendisine ait olan evsat usulünde tevşihi (Ey nübüvvet tahtının şâhı Habîb-i Kibriyâ) ile bestekârlık gücünü de göstermiştir.

O’nun gülbahçesinden bir güldesteyi teberrüken ikram ile aradan çekilelim:

Kesil kayd-ı sivâdan âlem-i bâlâya pervâz et,
Seher vaktinde Hû ismin sürüp şevk ile âvâz et
Seher vaktinde, Hakkın HÛ ismi şerifin tekraren aşk ile feryâd eyle de seni Haktan uzak tutan bağlardan ilgini kes, bir yüce aleme yüksel!

Taallûk riştesin kat’ etmeyince kurtuluş yoktur
Denînin dâm-ı tezvîrinde kalma rütbe ihrâz et
Seni dünyaya bağlayan heveslerini kesmeyince kurtuluş yoktur, Alçak makamın (dünya) yalan ve süslü sözlerle kurduğu tuzağında kalma, hakiki bir rütbeye eriş.

Bu meydân-ı hakîkatte süvâr ol refref-i aşka
Erince seyr-i lâhûta cenâh-ı himmeti bâz et
Bu hakikat meydanında aşk bineğine bin;  sırlar alemine erince, himmet kanadını aç, halkı irşad eyle.

Oku Rûhü’l Kudüs’ten sırr-ı vahdet dersini cânâ
Koyup sandûk-ı kalbin içre tayy-ı nâme-i râz et
Cebrail Aleyhisselam’dan Risaletpenah hazretlerine inen tevhid sırrını oku, manayı dürüp kalp sandığının içinde sakla.

Bilenlerden suâl et menzil-i maksudu, var erken
Hezâr-âsâ bu vahşet-hâneden pervâza âgaz et
Evvelce hedefe ulaşmışlara  gayeyi sual eyle de erkenden yol  al. Bülbül gibi bu vahşet evinden, bela yurdundan (dünya) uçmaya başla. 

Özün Hakk’tan cüdâ sanma sözü gel bunda hatmeyle
Kelâmında Zekâyi ihtisâr et, kasr ü icâz et
Sende gizli olan özün Hakk’tan ayrı sanma da sözünü burada tamamla. Maksadını kısaca ifade et ey Zekâi, öz ve kısa kelamınla benzerini yapmada herkesi aciz bırak!

Bihimmeti Hazreti Sultan Mustafa Zekaî Üsküdarî ibni Hacı İbrahim (ruhaniyetinlerine selam olsun) rızâ en-lillâh El-fatihâ!

Ümmî Sinân

Âlim-i ümmî-iştihâr ve fâzıl-ı fezâil-şiâr ve kâmil-i füyûzât-âsâr şeyh-i pir ü civan
Hazret-i Yusuf Ümmî Sinân ibni İbrahim medfûn fî Elmalı [v.1657]

Gerçi adımdır Sinan Ümmî aceb dîvâneyem
Girmişem meydân-ı aşka baş açık merdâneyem
Aşk elinden câmı nûş itdüm bugün mestâneyem
Hayr u şerden kaçduğumdan sâkin-i meyhâneyem
Geçmezem dildârın aşkından cana olsun veda…

“… Arap ve Anadolu şehirlerinde çok şeyhlerin sohbetine eriştim. Akıbet, şeyhim, göz bebeğim, kalbimin devası Şeyh Ümmî Sinan Elmalı’nın hizmetine ulaştım. Kalbimin şifasını onun hizmeti şerefinde buldum. Mübarek nefesi kimyasıyla, bana Hz. Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî’nin rü’yada işaret ettiği her şey hâsıl oldu. Allah’a hamdolsun, Allah’ın lutfuyla telvîn gitti, temkîn hâsıl oldu…”

Böyle buyuruyordu, büyütüp aleme saldığı kalbinin meyvesi Hazreti Niyazi-i Mısrî (ks)… Adını ilkin kitaplardan okuduk Sinân-ı Ümmî’nin… Yaşadığı nurlu toprakların, nefes alıp verdiğimiz şehirde olduğunu öğrenince önce gece gibi karanlık cehlimizden, bîvefâ halimizden utandık, sabahında düştük yollarına… Elmalı’nın canlarından sızanlara hasret düştük yollarına… Tam da aşığının:
Bahrine aşkın dalmaya geldim
Şemine yârin yanmaya geldim
“Men aref” dersin okumak için
Mürşid-i kâmil bağına geldim buyurduğu yerden “Damla kendini tamamlayınca damlarmış” ya hani, işte biz de katremizi ummana salıp  daldık bahrine aşkın…

Yorulup iz yanıldığımız, bu ilde pek bir garip kaldığımız hissiyatı ile dostu görmek niyyetine düştük yollara.. Karlı dağlar aştık, derin ırmaklar geçtik.

Dost illerinden menzili key âli göründü,
Derd-i dile dermân olan Elmalı göründü.
Tûtilere sükker bağının zevki erişti,
Bülbüllere cânân gülünün dâli göründü
Mecnun gibi sahraları ağlayı gezerken
Leyla dağının lalesinin âli göründü
Bizim oralarda “Anadolu halkı yüzbin evliya torunudur…” derler ya el-hak öyledir. Torosların eteğinde Elmalı Dağı yamaçlarında hem şehrin içme suyuna hem şerab-ı aşka menba-i ihsan olmuş Pınarbaşı’nda bekleyen Hazretin huzurundayız şimdi… Gül bahçesinde bir gülün gölgesinde, içinde bin diken besleyen yüzümüz karasıyla huzurundayız.

Türbe-i saadetine altın varakla nakşedilmiş adını okuyunca “Ümmi” oltasına takılıveriyor insan. Okuma yazma bilmediğinden değil ilim için okuma yazma vesilesine, aracına ihtiyacı olmadığından “ümmî”… Ümmî dediysek anadan doğma âlim yani. Allah’dan bilen Habibi Kibriya Nebiyyü’l-Ümmî Muhammed Mustafa aleyhi ekmelittehaya Efendimizin lakabı olduğuna izafeten ve tevazusundan dolayı kabul edilmiş bir rütbe-i âla… Altın Silsilesi Şeyh Eroğlu Nuri (ks) ve Şeyh Abdulvehhâb Ümmi vasıtasıyla Hazreti Pir Yiğitbaşı Veli Ahmed Şemseddin Marmaravî’ye ulaşıyor. Hem efendim Yiğitbaşî’ye müntesib olanların cümlesi ümmîlerdir. Bir mübarek vesile ile gölgesinde sabahladığımız Hazretimin türbe-i şeriflerine nakşedilmiş nutku şerifiyle uyandırdılar çerâğı;

Beri gel nefsini bilmek dilersen
Nedir göstereyim haller içinde
Aşık olan kişi aşkın tadını
Bulamaz sükker û baller içinde
İnsan kendi içine baktığını kendini görebilir mi? Nasıl bilir nefsin hilesini diye düşünürken. Ak sakalı pir hoca araladı kapıyı yavaşça… Uzaklardan gelmişsin belli dedi, sırtını sıvazladı fakirin. Madem anlamadın dinle o halde diye başladı söze:  “… Hz. Niyazi Mısri Elmalı’da tam dokuz sene kalmış evladım… Geçen zaman içinde Ümmî Sinan Hazretleri, Mısrî’yi tarikat adabı gereği seyr ü sülûka devam ettirdikleri gibi O’nu dergah-ı şerifin imametiyle ve şeyhzadelere ilim öğretmek gibi bir takım hizmetlere de tayin etmişti. Bir müddet sonra da (bu gibi meşguliyetler sülûk için gerekli olan erbain, riyazet ve zikr-i daimiye mâni olabileceği için) mürşid-i azizi tarafından dergahın taşradaki değirmenine hizmete gönderilir. Mısrî burada dergahın günlük ihtiyacı olan buğdayı her gün götürüp öğütür ve ununu geri getirir. Tamamen zikr ve riyazat içindedir. Aradan biraz zaman geçer… Mısrî kendi kendine: “Şeyhim beni hiç kimsenin olmadığı boş bir yere gönderdi. Kendisinden ayrı düştüm. Taşrada böyle başıboş hayvanlar gibi yaşıyorum. Bu hal feyz almama engel olacak. Halbuki müridin yegane teselli kaynağı mürşidin cemalidir. Hatta mürşidin yanında olmak, sülûkun yarısıdır. Ondan uzakta ya benim halim nice olur…” gibi düşüncelerle şüpheye düşer. Gerçi gönlüne gelen bu vesveseyi rabıta, kelime-i tevhid ve istiğfarla gidermeye çalışır fakat şekk-i muhabbetten bir türlü kurtulamaz. Tam bunları düşündüğü esnada yolda yapayalnız giderken ortaya bir ayı çıkıp Mısrî’ye hücum eder. Ayıyı kendisinden ulaştırmak için ne kadar mücadele ettiyse de başarılı olamaz. Nihayet mürşidin ruhaniyetine sığınıp: “Himmet ya Hazret-i Pîr” diye niyaza durur. O vakit, Ümmî Sinân hazretleri tecelli edip Allah’ın inayetiyle, dervişini hayvanın pençesinden kurtarıverir. Hazret-i Şeyh buyururlar ki: “Bu hayvan senin yabancın değildir hem hatırandan zuhur etmiştir. Bu yaşadığın hal de senin irşad olman içindir. Korkma! Sen “himmet-i pir var mı yok mu” diye düşünüyordun, gördüğün gibi himmet varmış. İşte gönlündeki vesvesenin manevi sureti de böyle yabani bir mahluktur.”

Demek için dışa zuhuratı bu olsa gerek. Dıştan içe yansıyan hayaller ve düşünceler, içten dışa çıkan olaylar birinden diğerine, iç içe sürekli oluşumlara sebep olurlarmış. Nefsin behimî, hayvani sıfatlarının tecellileri bazen alem-i cemalde rüya halinde, bazılarına da gözü açıkken olduğu gibi gösterilirmiş meğer… Şimdi âgah olduk, eyvallah diye eline yapışmak için uzandığımızda bir de ne görelim: Ne el var ne de sahibi…

Gözlerimizi ovuşturduğumuzda güneş çoktan etrafa yayılmış, işrak ilhamlarının ardından dilimizde amin bekleyen lâtif bir mırıltı kalmıştı:

Ey cümle halkıñ maksûdu
Al göñlümü senden yaña
Ey külli şey’iñ mevcûdu
Al göñlümü senden yaña

Budur yüreğim yâresi
Gitmedi yüzüm karası
Ey bî-çâreler çâresi
Al göñlümü senden yaña

Nefs elinden âvâreyim
Hırs elinden bî-çâreyim
Gayrı kime yalvarayım
Al göñlümü senden yaña

Kurtar nefsiñ belâsından
Cân bu lutfu bula senden
N’ola ihsân ola senden
Al göñlümü senden yaña

Elim saña irmekliğe
Gözüm seni görmekliğe
Kapuña yüz sürmekliğe
Al göñlümü senden yaña

Nefsiñ meyine kanmasın
Firkât odına yanmasın
Mâsivâya aldanmasın
Al göñlümü senden yaña

Dâ’im sen ol dilde sözüm
Seni fikreylesin özüm
Gayrıya bakmasın gözüm
Al göñlümi senden yaña

Mustafâ’nıñ minnetine
Murtazâ’nıñ himmetine
Şol birliğiñ hürmetine
Al göñlümü senden yaña

Gözlerimi giryân eyle
Hem ciğerim biryân eyle
Esrârıña hayrân eyle
Al göñlümü senden yaña

Evliyâlar hürmetine
Enbiyâlar izzetine
Mukarrebler kurbetine
Al göñlümü senden yaña

Aşkıña yoldaş olmağa
Derdiñe dildaş olmağa
Sırrıña hâldaş olmağa
Al göñlümü senden yaña

Ey keremler kânı hâce
Sensin yücelerden yüce
Ayrılmasın bir zerrece
Al göñlümü senden yaña

Ümmî Sinân der Yaradan
Kaldır perdeyi aradan
Kurtar beni bu yaradan
Al göñlümü senden yaña 

Bu seferden sonra her sabah ateşîn bir aah ile yenilediğimiz virdimiz budur efendim… Bilmem ki daha ne söyleyelim erenlerim… Mevlam bizlere Ümmi Sinan gibi Hak Dostlarının sırlarına aşina olmak için aşk versin, hem yolda sabit kadem olmaklığımız için sabr u azimet nasib eylesin…

Ümmi Sinan ve ahfadı Efendilerimiz destgîr-i münirimiz ola. Sadât-ı kiram Efendilerimizin safa nazarları ferahyâb ve feyzyâb eyleye canları… Hazretimin himmet-i âlilerinin üzerlerimize sâyeban olmaklığı, ruh-u tayyibelerinin bu niyazdan haberdâr olmaklığı için, bilhassa Allah rızası için El-Fatiha

Bi ismi zâtike, Ya Allah huu