Ankâzâde Halîl Efendi Köstendilî’nin dervişi Tûti İhsan Efendi’ye yazmış olduğu mürşîdâne mektupların otuzyedincisidir.
Elhamdülillah Rabbi’l-âlemin. Yâ Erhamu’r-rahimîn, bizleri seninle işiten, seninle gören, seninle konuşan, seninle yürüyen, her amelini seninle işleyen, cüz’î iradesini aldığın, külli iradenin cazibesiyle üzerinde tasarrufta bulunduğun kullarından eyle.Vessalât ü vesselâmu alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmain. Yâ Rabbî, Resülullah Efendimiz’in nuruyla ve ruhuyla bizleri hem-dem eyle. Efendimiz’in muhabbetini kalblerimizde müzdâd eyle. Salâvât-ı şerîfenin sırrına bizleri lâyık eyle. Şefaat-i Muhammediye’ye ve ahlâk-ı Muhammedîye’ye bizleri muvaffak eyle. Efendimiz’in şikâyetinden bizleri hıfz u emin eyle. Âmin.
Esselâmu aleyküm ve rahmetullahî Şeyh Tûtî İhsan Efendi.
Cenâb-ı Hakk sıhhat ve afiyette dâim eylesin. Evliyâullah yolunun her ahkâmı ve âdâbı muhakkak bir müşahedenin eseridir. Eserden müessire yol bulunur. Cihaz-ı tarîk(tarîkatta tekbirlenen yahut kullanılagelen derviş çeyizleri) aynı şekilde belli hikmetlere ve mânâya işaret eder. Daha evvelki mektûblarımızda lâzım olan kısmını size beyân etmiştik. Hem derviş çeyizleri hakkında hem de dervişlerin lîsanı hakkında yazmış olduğum mektûbları tekrar mütalaa ederseniz bu malûmatı orada bulabilirsiniz. Gerçi hayatınızda zaten bu ahkâm ve âdâb üzre yaşadığınız için artık satırlara da muhtaç değilsiniz ya, neyse. Şimdi size tâc-ı şerif tekbirlenmesi hasebiyle tâc ve hırka hakkında ma’lûmat arzedeceğim.
Şeyh Tûtî İhsan Efendi, Efendimiz(sav) evvelce söylediğim gibi beş renk üzre destar kuşanmışlardır. Ekseriyetle beyaz ve yeşil sarık kullanmışlardır. Nadiren sarı, birisi Hayber’in fethinde olmak üzere iki kere kırmızı, Mekke-i Mükerreme’nin fethinde ise siyah sarık kuşanmışlardır. Evliyâullah hazerâtı nefis ve esmâ mertebelerine göre başlarına giydikleri tacın renkleri hususunda ictihad etmişler yahut emr-i manevî ile bu renklerden birine ihtiyar etmişlerdir. Hemen hemen cümle tariklerde yeşil sarık kullanılmıştır. Düssûki tarîkinde sarı, Sadiyye tarîkinde beyaz, Rıfaiyye’nin de birçok kolunda siyah destar mevcuddur. Yeşil sarık üç yüzden fazla tarîkin rengi olmuştur. Bize tekbirlenen tâc-ı şerif dahî hem tepesi yeşildir, hem destarı yeşildir ve yine hemen hemen cümle tarîklerde Cüneydiyye tarzında destar sarılması âdet olmuştur. Hazret-i Cüneyd-i Bağdadî Efendimiz’e nisbet edilen bu tarz sarık sarmanın şöyle bir menkıbesi vardır. Hazret-i seyyidü’t-taife şeyh-i ins ü cin Cüneyd-i Bağdadî Efendimiz büyük bir cemaate va’z ediyormuş. Hakk’a teslim olmaktan, nefsini teslim almaktan, ümit ve korkudan hâli olmaktan(âzâd olup kurtulmaktan) bahsediyormuş. Bu sırada ejderha misilli dev bir yılan peydah olmuş ve kürsünün önünde Hazret-i Şeyh’in karşısında dikilivermiş. Bu acayip manzarayı gören halk dehşete kapılarak kaçışmaya başlamış. Bu sırada o dev yılan Hazret-i Cüneyd’e ya hal ile ya da kal ile: “Halka teslimiyetten bahsediyorsun, korkudan halâs olmayı sâlik veriyorsun, şimdi ne yapacaksın?” demiş. Hazret-i Şeyh de “Benim tevekkülüm ve teslimiyetim Allah’adır. Sen O’nun âciz mahlûkatından birisin. O dilerse kuluna istediğini yapar. Cenâb-ı Hakk’ı zikretmekten bir an bile ayrılmamışam. O ister lütfeder ister kahreder. Ben emrine râm olmuşam.” deyince yılan Hazret-i Şeyh’in önünde cansız bir ip haline dönüştü. Hazret-i Pîr bunun üzerine halka nida etmiş: “Ey halk, ey insanlar nereye kaçıyorsunuz? Az evvel size teslimiyeti ve Hak Teâlâ’ya rağbeti anlatmadım mı? Dönün gelin, sohbete devam edelim.” buyurmuş ve o yılanı almış, başının üzerine sarmış. Yılanın başını da en alttan çıkarıp baş aşağı sarkıtmış. İşte bu nev’î sarılan sarıklar Cüneydî tesmiye(isimlendirilir) olur. Yani ejderha gibi olan nefsimi nefs-i Muhammedi’de yok ettim. Kendi bedenimi ve nefsimi bu dünya hayatında kendi ruhuma kefen ettim. Allah Teâlâ’dan başka korkuyu başımdan def ettim, gönlümle reddettim hikmetine işaret eder. Rengin yeşil olması “hû makamı”nda karar kıldığına, aşk-ı ilâhî üzre yaşadığına işarettir. Tâc-ı şerîfin tepesinin yeşil olması cennetteki ravzalara ve Firdevs-i alâ’ya, Sûre-i Rahman’daki “müdhâmetan” sırrına ve nur-i Muhammedi’nin bu âleme menba’ oluşuna işarettir. Ayrıca yeşil sarığı Efendimiz’in soyundan gelen zâtlar kuşanır. Bu cihetle tâc-ı şerîf tekbirlenen kişi Efendimiz’in dölünden olmasa da yolundan geldiği için evlâd-ı Muhammed mesabesindedir. Zîrâ yoldan gelmek daha önemlidir. Bir adamın dedesi mimar diye torununa gel şu camiyi i’mar et, senin deden de mimardı denir mi? Yahut bir kişinin babası hekîm olsa sen hekîm oğlusun, şu hastalığı tedavi et, cerrahi müdahalede bulun diye teklif edilir mi? Aynen bunun gibi. Güzel nesilden gelen kişide kabiliyet olabilir. Fakat bu aynı zamanda büyük mes’uliyettir. O nesilden gelir ve o yoldan feyiz alırsa ne âlâ amma o nesilden gelir ve feyiz almadan sadece nesliyle övünürse ne edna(ne büyük düşüklük ve ne büyük alçaklık).
[audio http://semazen-doc.com/mestmp3/13-dervislik.mp3]
Tâc-ı şerîf, Muhammedü’r-resûlullah kelimesine işarettir. Bu kişi Resûlullah Efendimiz’in ahlâkını irşada memur ve Resûlullah taliblerine hizmete me’zundur demektir. Şeriat, tarikat, hakîkat ve ma’rifet kapılarından geçmiş ve müşahede etmiş demektir. Allah Teâlâ’nın emirlerine hakkıyla itaat eder, nehiylerinden korunmak için gayret eder ve insanlara Allah’ın emir ve nehiylerini en güzel şekilde tebliğ eder demektir. Kendisine tâc tekbirlenen kişi “ölmeden evvel ölmek” sırrına mazhar olmuş, dört kitabın mânâsı ve bu âlemin muhtevası tevhîdi başına tâc etmiş demektir. Tâcı giyen kişi nefsini tezkiye etmiş, kalbini tasfiye etmiş, ruhunu tahliyeye muvaffak olmuş, cüz’î iradesini küllî iradeye, ilme’l-yakîn îmânını hakke’l-yakîne tebdil etmiş demektir. Tâc-ı şerîf ve hırkasıyla kişi aynı zamanda bir kabir taşı gibidir. Seneler evvel İstanbul’u ziyaretimde Üsküdar’da Minkarizâde Şeyhülislâm Yahya Efendi’nin türbesinde şu ibareyi görmüştüm: “İza tehayyartüm fi’l-umûri ve’ste’înû min’ehlil-kubûr” (Herhangi bir işte hangisini yapacağım diye tercihte bulunamazsanız kabir ehlinden yardım isteyiniz.) Şunu demek isterim: Yani bu zâtlar nefislerini öldürerek âdetâ kabirlerini sırtlarına almış, insanlar arasında bînefis dolaşmaktadırlar. Kendilerine müracaat olundukta nefsaniyetle konuşmazlar. Hak nâmına onlara tavsiyede bulunurlar. Ve yine onlara verilen sır sadırlarında, içlerinde, göğüslerinde saklı kalır. îfşâatta bulunmazlar. “Sudûru’l-ebrar, kubûru’l-esrar” demişler. Yani ariflerin ve sâlih kimselerin kalbleri sırların kabirleridir. İşte bu sözde ifade edilen hal üzre insanlara muavanette ve muamelede bulunurlar. Bir mühim mes’ele de şudur ki; tâc-ı hırkaya bürünen bu zevât kendilerine hakaret edilse de, incitecek hareketlere ma’rûz kalsalar da kabir gibidirler. Asla incinmez, hakarete ma’rûz kalsalar da, anlayışsızlık görseler de tekrar müracaat edildiğinde aynı şevk ve gayretle ricayı kabul ederler. Ölüm bir vücûdda tam olarak vuku’ bulduğunda o beden kabre konur. Buna göre tâc-ı hırka giyen sâlik, biatıyla evvelce doğduğu âhiret âlemine tam şekilde intikal etti, artık asla bu âlemde varlık iddiasında bulunmadan kemâl mertebesinde nefsini tezkiye etti demektir. Hırkanın rengi ekseriya siyahtır. Siyah renksizlik demektir. Şeyh efendinin siyah hırka giymesi bedeniyle hizmet ederken aradan kendisini çıkarttığına işarettir. Hak için hizmet ettiğine ve vücûdunu Hak’ta ifnâ ettiğine işarettir. Bu cihetle, öyle bir kimseye rağbet Hakk’a rağbet ve hakikate yönelmek makamındadır.
Muhterem Şeyh Tûtî İhsan Efendi, tâc-ı şerifin ve hırkanın bu nev’înin daha pek çok hikmete işaret eden remizleri vardır. Lâkin dikkat buyurduysanız buraya kadar anlattıklarım halden ibarettir. Her ne kadar kâl ile anlatılsa da hale işaret etmektedir. Bir kişi böyle bir kisveye nâil olur da mucibince amel edemezse… Ah evlâdım, işte bu çok ağır bir mesuliyettir. Zaten tâc-ı şerifin kendisi emanettir. Her emanet beraberinde riayeti ve mes’uliyeti getirir. Şeyh efendi göçtükten sonra tâcı alınıp pir türbesine yahut ona hilafeti veren zâtın yanına gönderilir. Başka bir şeyh efendi namzetinin başına konulmak üzere bekletilir. Yeni gelen kişi giyse ve sonra o da göçse onun başından alınır, bir başka kişi için bekletilir. Bu dahî göstermektedir ki tacın sahibi asla giyen kişi değildir. Onda tasarrufta bulunan yolun maneviyatı ve pîrin kendisidir.
İhsan Efendi oğlum, dervişlik olaydı tâc ile hırka, biz de alırdık otuza kırka demişler. Şeyhim tâc ve hırka giydirdikten sonra fakîri karşısına almış ve şöyle demişti: “Evlâdım, biz senin zahirini süsledik. İnşâallah Cenâb-ı Hakk da bâtınını süslesin ve ziynetlendirsin. Ölüme râzı ol amma bu kisve-i Muhammedîye’ye ve yolunda tekbirlenen bu elbiseye toz kondurma. Sakın kendini kâmil menzilinde sanma, ben sana mürşid-i kâmil kisvesini giydirdim ve bunu mânevi emirle ifâ eyledim. İş bizden çıktı, şimdi yük senin omuzlarında, artık sen kâmil olmaya çalış. Cenâb-ı Hakk mübarek eylesin.” Bendeniz o tâcın altında âdetâ ezildim. Hak ile yeksân oldum(yerle bir oldum). Şimdi bu sözleri sana söylenilmiş gibi kabul et. Tâc giymek, hiç kimseye kahr-ı nazar etmeden cân ü başla hizmet etmek demektir. Eskisinden daha halim ol. Çok daha fazla hâdim ol. Kullara şefkatle muamelede bulun, merhametle nazar kıl. Tâc u hırkanla övünme. Her makamın kendine ait putu vardır. Kendini hep huzurda yani huzur-i ilâhîye de muhabbet üzre kâim bil. Hacca giderken malumundur, harem hudutlarına girilince kişi her şeyinden soyunur. İki parça beze bürünür. Kılını bile koparamaz. Harem hudutlarında ufacık bir otu bile çekip koparamaz. Sineği bile incitemez. İşte tâc u hırkaya nâil olmak mâsivadan soyunmaya işaret ve Hak Teâlâ’nın haremine mahrem olmak demektir. Nerde kaldı insanlara karşı böbürlenmek, henüz ilk esmada olan dervişe kibirle muamele etmek yahut gayret eden muhîblere külhanbeyi gibi konuşmak. Zamâne dervişlerine bakıyorum, sonra da diyorum ki iyi ki uzlet etmişim. Müsaade olunsa kılıcı elime alacağım, en önce halîfeyim diye ortada dolaşan, kalblerindeki ve beyinlerindeki necâseti tâc-ı şerif ve hırkayla örtmeye çalışan o kabakları bir bir budayacağım. Zarif olacağına kaba, halîm selîm olacağına gadaplı, elinden dilinden emin olunacak yerde de ihanette olan bir alay koca sarıklı var. Zaten işin resminde kalan ulemâ tasavvuf ve tarikatlara düşmanlık için bahane ararken tam da onlara malzeme oluyorlar. Bu fodulları gören ulemâ pîr yoluna ve ehl-i tarîke hakaret ediyorlar. Yahû, başına tâc giydirildiği halde daha okuduğu evrâdın mânâsını bile merak edip öğrenmeyen cahil herifler var. Bir de teslimiyetten dem vuruyorlar. Hani şeyhi söylememiş, o sebebden mânâsını okumamış, öğrenmemiş. Cehaletlerini de hem şeyhlerine hem de teslimiyete yüklüyorlar. A ahmak herif, pekâlâ sen madem şeyhin sözünden çıkmıyorsun, sana söylenmeden bir şey yapmıyorsun, peki mâlâyâni konuşmak ve elâlemin gıybetini yapmak şeyhinin emriyle mi? İnsanlara kahr u nazar etmek, külhanbeyi gibi dayılanmak sana hangi pirden emanet? Ne yolun âdabını bilirsin, ne ahkâmıyla amel edersin. Âyetten sorulsa, hadîs-i şeriften suâl edilse bilmiyorum dahî demez; “Bize bunlar lâzım değil, biz zaten pirimizden almışız.” diye pîrine de iftira edersin. Ümmî desen ümmî değil, meczub desen meczub değil, kendince bir bahanesi var amma onu dile getiremez, söyleyemez. İçinden şöyle der: “Ben bu hal üzre devam ederken şeyhim bana tâc ve hırka giydirmiş. Bu kadar esmâ’ı da telkin eylemiş. Demek ki benden memnunlar, ben aynen devam edeyim.” Sadrında sakladığı işte bu kötü niyettir. Evet, doğrudur, pîrin dervişleri bir vücûddur. Bu hakîkati bir yerlerden duymuş fakat mânâyı anlamamıştır. Bu nev’î çirkin halleri utanmadan yapıp sonra kendisini o vücûda isnad edenler bilsinler ki vücûdun belden aşağısına mensubdurlar. Belden aşağı vücûdda bulunmak onları memnun ediyorsa mübarek bir maba’d olarak kalabilirler. Amma sakın kendilerini belden yukarıya yani hazret-i insan olan zâtlara nisbet etmesinler. Vücûdun neresine ait olduklarını fehmedip, eğer zerre kadar irfanları varsa tövbe etsinler. Bu mânâ sahnesinde çirkinlikleri sergileyen bedbahtlardan olmasınlar.
Şeyh İhsan Efendi, nasıl olsa tâc ve hırka giydiniz diye size birçok insan iltifatta ve rağbette bulunacaktır. Amma bu söylediklerimi belki size söylemeye kimse cesaret edemeyecektir. Pirimin izniyle ve şeyhimin verdiği salahiyetle konuşuyorum. Sözlerime çok dikkat et. Geçmişte ve günümüzde tarikatlara en büyük tahribatı “oldum” diyenler yapmıştır. Bunu sakın unutma. Böyle olmuş! olmaktansa ham kalmayı tercih ederiz. Cenab-ı Hakk sizi giydirilen ve tekbirlenen kisve-i Muhammedi’nin ahlakına muvaffak eylesin. Mes’uliyetinizi idrak ederek ve mensubu olduğunuz pirinizi daima murakabe ederek hadim olunuz. Cenab-ı Hakk sizi benliğe düşmekten ve malayani ile uğraşmaktan muhafaza eylesin. Etrafına hep nur-i Muhammediye’yi yayan ve ahlak-ı Muhammedi’yi neşreden kullardan eylesin. Sizi bu kisveyle hem Hakkın gem de halkın şikayetinden, pirin huzurundan tard eylemesinden muhafaza eylesin. Sizden evvelli meşayih-i kirâm hazerâtının ruhlarını sizden hoşnud u râzı eylesin ve bu zatlara sizi hayrü’l halef eylesin. Dua ve niyazlarımızın kabulü içün, pirimin sırrıyla… el-Fatihâ.
38. mektupta buluşmak üzere…