Yağmur da aşık kul da

Zevk ehline,
Biz sabah akşam kendisiyle zikir ve ibadet etmeleri için dağları, toplu haldeki kuşları onun hizmetine vermiştik. Her biri onun âhengine katılır, beraber zikrederlerdi.  
[Sâd:18-19]  

Biz Mekke’de Peygamber Efendimiz ile beraber bir gün yürürken rast geldiğimiz her ağaç, her taş peygambere sesleniyor: “Ey Allah’ın Resulü, sana selâm olsun!” diyordu. Şâhı Merdân Hz. Ali (kv)


1970li yıllardan eski bir 45lik’ten odaya dolan melankolik hava, ızdırabın sonuna ha vardı ha varacak, zihnimde dolaşan aynı cümle, mana çeperini ha yırttı ha yırtacak… “Yağmurun sesine bak, aşka davet ediyor…”
Ne vakit “davetine uyup” pencereyi açmaya niyetlensek ; yüzümüze çarpan da neyin nesi…
Açılmaz ne bir yüz, ne bir pencere;
Bakıldıkça vahşet çöker yerlere

“Yağmurun sesine bak, aşka davet ediyor…”

Kendisi aşkı tatmamışsa nasıl çağırır başkasını aşka. Belli ki yağmur da aşkta ıslanmış olmalı, ona bakanları ıslattığı yerden yakalanmış olmalı sevdaya… Fırtınaya yakalanmamıza ramak kalmıştı ki Şefik Can Dedemin niyâzı geçiyor geceden, geçti yerleri pür nur eyleyerek…

“Allah’ım, Yarattığın bütün mahlûklarına vuran kudretinin nuru, onları canlandırmada ve aşkın ile döndürüp durmada, seni tesbih ettirmektedir…”

Yani “yağmura bakmakla kalma, sesindeki aşka daveti dinle de sırılsıklam ol ey can” diyor Mânâ sultanının izinden giderek…

Cansız gibi görünen varlıklar, biz derler, duyarız, işitiriz, görürüz, bakarız. Fakat sizin gibi nâmahremlere, yabancılara, anlayışsızlara karşı susup durmaktayız. Hz. Pir Mevlana

Canlı kim cansız kim ya can bahşedip Hayy kılan? Tamam bir hayvan, bir bitki canlıdır. Çünkü hayvan hareket ediyor, yiyor, içiyor, yavruluyor. Bitki de büyüyor, çiçek açıyor, meyve veriyor. Bunların canlı olduklarını görüyoruz, anlıyoruz ama, bir taş parçasının, toprağın, kesilmiş, kurumuş ağaçların, içtiğimiz suların, giydiğimiz elbisenin, kullandığımız eşyanın canlı olduğuna pek aklımız ermiyor.

Büyütenin bir damla pıhtıyı insan diye,
Gücü etmez olur mu? Ölüyü diriltmeye!.

Allah seni bir avuç toprak iken nasıl insan yaptı? Bütün cemadat ve cansız sandığın şeyleri de böyle bilmek ve tanımak gerek…

Şimdi mektubun başındaki serlevhâ ayet-i kerimeyi bir daha okumalı… ve daha nicelerini: “… Hiç bir varlık yoktur ki Allah’ı(cc) hamd ile tesbih etmesin. Fakat, siz onların tesbihini anlayamazsınız.” [İsrâ:44] Mevcudatın zikri mi var?! Eşyanın Allah’ı (cc) tesbih etmesi için canlı olması gerekmez mi?

Aziz Peygamber efendimiz (SAV) bazı hadislerinde eşyanın canlı olduklarını bildirmiş, mesela “Eşyayı lüzumsuz yere rahatsız etmeyiniz. Çünkü onlar tesbihdedirler.” diye haber vermişlerdir. İbni Mes’ud Hazretleri de Rasulullah Efendimiz’in (sav) önünde yemekte olduğu yemeğin tesbih ettiğini duyardık  diye rivayette bulunmuştur.  Bir de  Ebuzer Hazretlerinden işitelim: “Allah’ın Rasulü’nün eline çakıl taşlan aldığı zaman, arının vızıltısı gibi onların tesbih ettiklerini, Hz. Ebu Bekir’in, Hz. Ömer’in elinde de taşların bu şekilde zikrettiklerini duyardık”

Yine Peygamber Efendimiz (S.A.V.) saadetle buyurmuşlardır ki: “Hayvanları yükleri yüklü olarak bırakmayınız. Hayvanlara binin ama yollarda, sokaklarda onları kendi konuşmalarınızda kürsü gibi kullanmayın. Çünkü onlar tespihtedir. Nice hayvan vardır ki üstüne binenden hayırlıdır.

Risaletpenâh Hazretleri kurbağaları öldürmeyi de yasaklamıştı. Çünkü onların seslerinin tesbih olduğunu söylemişti. Kurbağa da tesbih eder, ağaç da tesbih eder, suyun şırıltısı da tesbih eder, kapının gıcırtısı bile tespihtedir. Çünkü Allah’ı (cc) tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur.

Bir gün Ebu Cehil, Peygamber Efendimizi denemek için eline ufak taş parçaları almış, onları avucunda gizleyerek: “Ey Ahmed (sav) çabuk söyle bu nedir?” demişti. “Eğer sen gerçek peygamber isen, eğer göklerin sırrından haberin varsa bil bakalım şu avucumda gizlediğim nedir? Hz. Peygamber (sav) buyurdu ki: “Elindekilerin ne olduğunu ben mi söyleyeyim? Yoksa benim gerçek peygamber olduğumu onlar mı söylesin?” Ebu Cehil: “Bu ikincisi daha nadirdir, olamaz” dedi. Rasulullah (sav) Efendimiz evet diye buyurdu. Fakat, Allah’ın (cc) gücü, kuvveti bundan da üstündür. Bunun üzerine Ebu Cehil’in avucundaki kırık taş parçalarının her biri durmaksızın kelime-i şahadet getirmeye koyuldular.

-Taşlardan herbiri “Lâ ilahe illallah, Muhammedün Rasulullah” dedi.

-Ebu Cehil taşlardan bu sözleri duyunca öfke ile onları yere çarptı. Dedi ki: “Senin gibi usta bir sihirbaz olamaz. Onların başı da baş tacı da sensin.”

Taş parçalarının Aziz Peygamber Efendimize, Asa’nın Hz. Musa’ya itaat etmeleri, emirlerine uymaları ve diğer cansız sandığımız bütün varlıkların Hakkın emrine nasıl boyun eğdiklerini haber verirler. Onlar der ki: Biz Allah’ı (cc) biliyoruz ve O’na itaat ediyoruz. Biz rast gele yaratılmış boş şeyler değiliz.

Muhyiddin ibn-i Arabi Hazretleri  de Futuhat-ı Mekkiye’sinde, bütün varlıkların tespihlerini kulaklarımla duyuyorum diye yazmıştı. Mevcut varlıklardan Allah’ı (cc) en çok zikredenlerin, bizim “cemad” diye adlandırdığımız taşlar, topraklar gibi varlıklardır. Sonra bitkiler, sonra hayvanlar, en son insanlar geliyor. Şaşılacak şeydir ki Allah’ın severek yarattığı eşref-i mahluk olan insan diğer mahluklara göre Allah’ı en az zikreder, çünki dünyaya diğer varlıklardan daha çok gönül vermiş, daha çok bağlanmıştır.

Aşk olmayınca neşe ve sevinç artmaz. Aşksız olursa en güzel vücut bile salınamaz. Buluttan denize yüz damla düşer ama aşk harekete gelmedikçe hiçbiri sedefte inci olamaz. Dünyanın her parçası aşktır. Dünyanın her parçası aşıktır, her parçası bir buluşmanın sarhoşudur. Fakat sırlarını söylemezler sana. Sır lâyık olandan başkasına söylenmez ya…Onlar da evin sahibinin tatlı mı tatlı sofrasından, kâsesinden yerler, gıda alırlar. Şu gökyüzü aşık olmasaydı göğsü gönlü böyle saf böyle temiz olmazdı. Güneş de aşık olmasaydı yüzünde böyle ışık bulunmazdı.Yeryüzü ile dağ da aşık olmasalardı gönüllerinden bit ot bile bitmezdi. . Eğer deniz aşktan habersiz olsaydı böyle dalgalanabilir miydi? Elbet bir yerde donar kalırdı. Sen de aşık ol da aşıkı tanı, vefa et de vefa bul! Hz. Pir Mevlana

Burada Efendimizin mucizesi çakılların “La ilahe illallah Muhammedun Resulullah” demesi  midir? Yoksa Ebu Cehil’in kulağından gaflet pamuğunu çıkarmasıdır? Orasını siz güzelim canların irfanlarına bırakıyoruz. Eğer bizimde kulaklarımızdaki gaflet pamukları çıkarılıverse neler duyarız neler…

Mesela arif bir zat diyor ki:

Gel meclise sofi hele bir dinle bu râzı
Fehm et ki bu sazın nedir Allah’a niyâzı
Hak Hak çağırır telleri burdukça kulağı
Ârif olan anlar bu rümûzâtı bu râzı

Senin bağlama, kanun, tanbur, rebap diye dinlediğini bak ârifler nasıl dinliyor! O teller de Allah’a niyaz ediyor. Yeterki onu işitecek kulak olsun, gözümüzden gaflet perdesi kulağımızdan gaflet pamuğu çıkarılsın da kainatın ahengine uyup “her dem lisanı hu demek isteyen canlar” zümresine ilhâk olalım.

Bu cümleler bir hayal mahsulü değildir. Bu bir gerçektir. îşte Cenab-ı Hakk’ın büyüklüğü, kudreti, yaratma gücü hakkında bir fikir edinmek için bu aşka davet eden yağmuru, sevdiğinin adını anan mevcudatı, sonsuz gökleri düşünelim, şaşırıp kalalım da Cenab-ı Peygamber (S.A.V.) gibi, “Allah’ım hayranlığımı arttır” diye Cenab-ı Hakk’a yalvaralım. “Allah büyüktür” dediğimiz zaman da bunu, sadece hiç heyecan duymadan, dudaklarımız söylemesin. Bu büyüklüğü, bu sonsuzluğu, gönül de, iz’an da, vicdan da hissetsin.

Şimdi sırası gelen nutk-u şerifi döne döne okuyup dili damağında, dilsiz dudaksız yükselen feryadımıza hemdem olan canlara aşk olsun, safâ bulsun ya huu

Mest ü hayrânım, zâr u giryânım
Her dem lisânım Hû dimek ister
Pendimi tut gel, bir ere vir el
Ölmezden evvel Hû dimek ister
Gezme yabanda, bul Hakkı sende
Olmağa bende Hû dimek ister
Gayriyi koyan, kalbini yuyan
Aşıkım diyen Hû dimek ister
İrfân isteyen, ihsân isteyen
Cânân isteyen Hû dimek ister
İns cin melekler, yirler felekler
Suda semekler Hû dimek ister
Gözümden yaşlar, akmağa başlar
Cümle kurt kuşlar Hû dimek ister
Gice ol kâ’im, gündüzin sâ’im
Ehl-i Hak dâ’im Hû dimek ister
Oda yak cânı, iste cânânı
İsteyen anı Hû dimek ister
Terk it sivâyı, olma hevâî
Seven Hudâyı Hû dimek ister
Ol nefse mâlik, olmagıl hâlik
Sıdk-ıla sâlik Hû dimek ister
Anın ışkıyla, Leyl ü nehârâ
Sâ’at dakîka Hû dimek ister
Hû ism-i a’zam, Hû Hû di hocam
Kuddûsî her dem Hû dimek ister

Bir nefes boyunca

Ey â tâlib,
“Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki: Benim rızam için, benim aşkıma birbirini sevenlere, Benim rızam için oturup sohbet edenlere, Benim rızam için birbirlerini ziyaret edenlere ve birbirlerine harcamada bulunanlara muhabbetim haktır. [İmam Malik, İbn Hıbban]

…ve ey â âşık,
Sevgilinin hasretiyle seherlerinde ah ederek göz yaşı döktüğün geceler miktarınca,
aşkın sana kutlu olsun!..

Hâcemiz aşk-ı ezeldir bize andandır hitâb
Dersimiz ilham-ı Hakk’dır gönlümüz ümmü’l kitâb


Nutk-ı şeriflerinde: “Hocamız ezel aşkıdır, bize hitap ondandır. Dersimiz Hak ilhamıdır. Gönlümüz kitabın anasıdır.” diye ifade buyuran Kütahyalı Hz. Gaybî Sun’ullah Efendi’nin bu güzel sözleriyle sohbetimize başlıyoruz.

Günü ve mektubu sabahın ilk nuruyla uyandırıyoruz; sanki donmuş, uyuşmuş bir hayatın üzerine, ruh üfleniyor ya her sabah ılık ılık… Kim farkında? Ezanlarla başlıyor her sabah uyanış. Bu seslerle doğuyor yeni bir gün. Tevfik Fikret’in dediği gibi: Bütün tabiat o dem / Kıldı secde-i şükran. 

Kâinat ayakta, insan yatakta. Olur mu hiç?  Uyur idik uyardılar ölü idik diriye saydılar La fahre … Bir Hüseyni beste çıktı Şah Hatayi nefesinden 217.mestmp3 diye göründü, can dostların payine sunuldu; şifa olsun…

Madem uyardılar önce duraklayıp derin bir nefes alalım da bu nefes boyunca kendimizi dinleyelim; duraklayıp nefes almak birlikte yol aldıklarından bir süreliğine olsun ayrılmaktır; tamamen ayrılmamak için bir süreliğine ayrılmaktır.

Ayrılmak yolda yalnız kalmak demek… yalnızlığın o muhteşem sessizliğine gömülüp o sukunet içinde hayatı, yapıp ettiklerini düşünmek, gözden geçirmek dünya yolunun yolcularına verilen en büyük nimet olsa gerek…

Çünkü yalnız kalamazsan kendine dönemezsin, sürekli etrafı seyretmekten yorulmuş gözlerini kendine, bizzat özüne çeviremezsin. Kalabalıklar arasında yavaş yavaş erir gidersin. Bir kez bile kendinle sohbet etmeye, kendinle başbaşa kalmaya zaman bulamadan “yolculuğun sona erdiğini sana söyleyecek olanlar” gelir ve bu sefer ebedi istirahata çekilirsin. Bu bakımdan yalnızlık büyük bir lütf-ı ilahidir. İnsanların bunca hay-huy içinde çırpınıp durmaları da en nihayet biraz olsun yalnız kalabilmek, kendilerine vakit ayırabilmek için değil midir? Yoldaki canlar ise henüz imkan varken, kendilerini gam ve telaştan uzak tutarlar; yalnız kalabilmek için hay-huya gömülmek yerine kendilerini o hay-huyun taleplerinden uzak tutarak, daha mütevazı bir hayatı seçerek daha yolun başındayken yalnızlık lütfuna gark olurlar.

Durup nefes almak, kendiyle yalnız kalmak her zaman o kadar kolay değildir hani; hayatın dizginleri zaman zaman insanın elinden çıkar, durmak istersin duramazsın, kenara çekilmek istersin ama yapamazsın… Bizzat insanın kendine muktedir olamadığı anlardan bir andır bu da… İşte o an Cenab-ı Hakk’ın yardımı gelir ve seni usulce kenara çeker, “Biraz nefeslen, kendine gel” demek ister… Artık bir türlü frene basmak, durmak, dinlenmek, hayatını gözden geçirmek iktidarını kaybettiğinden Kadir-i Mutlak’ın iktidarından yardım alır kişi, eğer o da nasibi varsa…

Cümle ihvana böylesi bir halvet ile kendine geliş nasib ola amma unutmamalıki Hakk’a varan yolda kurda kuşa yem olmamak, türlü eziyet ve belâlara mâruz kalmamak için yol arkadaşlarına da ihtiyaç vardır: Sen de ey can dünyaya döndüğünde Hazreti Pir’in bu hitabını unutma:

“Yol, nasıl yoldur? Gidenlerin ayak izleriyle dopdolu bir yol… Dost nasıl dosttur? Akıl ve tedbir merdiveniyle seni yücelten dost. Diyelim ki ihtiyatlısın da seni kurt kapmadı. İyi ama, topluluk olmadıkça o neşeyi bulamazsın ki! Yalnız olarak bir yolda neşeli neşeli giden kişinin neşesi, dostlarla, yoldaşlarla giderse, birken yüz olur. Eşek bile emsâliyle gezip dolaşsa, bir canlılık ve sevinç elde eder. Kervandan ayrılıp, yalnız başına yol almaya kalkışan eşeğe o yol, yüz kere daha uzar, o derece yorulur. O çölü yalnız olarak aşıncaya kadar kaç sopa fazla yer, kaç kere fazla nodullanır. O eşek sana der ki: “Eşek değilsen, yola böyle yalnız düşme!” Sen de bu öğüdü iyi dinle! Yolu gözeterek tenhaca ve güzel güzel giden, şüphe yok ki dostlarla daha güzel gider.” [Mesnevi VI/43-44; Nahîfî Terc VI/118-119]

“Sus (kâfi), zira şiir senin etrafına perde çekmeye başladı.”

Ya ilahi! Gönüllerimiz, hayâllerin, vesveselerin ayakları altında kalmış, çiğnenip dümdüz olmuş, katılaşmış; başarı yağmurlarıyla, ibâdetler Hızır’ıyla beze de kızarmış, kızgın bir hâle gelmiş tabiat sacımızı, taş yüreklilerin delmesinden koru. Ölüm çağında, can kuşumuzun, beden kafesinden çıkacağı zaman, ona yemyeşil kutluluk ağacının dallarını göster de onları dilesin, istesin; o dilekle, o istekle bir hoşça kanat çırpsın, ürkmeden, sevinçle kafesten uçup gitsin. [Hz. Pir Mevlana]

Ya ilahi! Tevhid etmenin yaşantısıyla, zevk u safasıyla büyük, sonsuz lütuf ve kereminin karşısında aşkla zevkle kemâl-i edeple eğilir, kulluğumuzu ispat için, kullukta sultanlığı yaşamak için, râbıtamızın telkin ettiği zevk u safayla Allah deriz, Hak deriz, Hû deriz.

El-aman ya hu, aşk ile ya(n) ya huu

Vakt-i şerif, Aleme bayram olan Cuma,
ömür ve şahsiyetlerimiz, ahir ve akibet,
zahir ve batınlarımız hayrola, aşk ola, aşk ile dola,
Aşkullah, Muhabbettullah, Marifetullah,
Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola
Şefaat û nebi cümlemize nasib ola efendim

Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,
sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .

Sözü çok olanın, yalanı dahi çok olur imiş;
Yüksek müsaadelerinizle

Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin
Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da
huzur bulasınız efendim