Melâmî, Bayramî mürşîd-i âlilerinden Osman Kemâli Hazretleri‘nin (v. 1954) bir garîb îtirafnâmesidir:
Nâre yanıp aşk-ı pâkinden ferâgat etmedim
Mahvolup cânân yolunda cânâ rağbet etmedim
Kesmedim ümmîd vaslından, kesildi her emel
Havf-ı firkatte kalıp nâdâna minnet etmedim
Çektim el benden, bana benlik veren bildimki Sen,
Benliğimde kaldığımca zerre rahat etmedim
Bir zaman sen, ben, gönül, sevdâ, elem, derd var idi
Hiçbirinden bir zaman kalben şikâyet etmedim
Zu’m-i zâhiddir mükâfat ü mücâzat-i ibâd
Bilmedim havf ü recâ zanna ibâdet etmedim
Hâmil-i bâr-ı emânet olduğum günden beri
Hamdülillâh âcizim da’va-yı kudret etmedim
Sa’yisiz kalmış fakir, erbâb-ı sa’y olmuş gâni
Bu fikir belki cünûndur öyle cinnet etmedim
Bî-şerîk bir mülkte mümkün mü da’va-yı vücûd
Düşmedim şirk-i vücûda öyle gaflet etmedim
Zevk u ekdâr-ı cihânı serbeser gördüm velî
Hiç biriyle kalmadım nefse sahabet etmedim
Elde her nem var ise fazl u rezaletten eser
Anlamam fazlı KEMÂLİ sarf-ı himmet etmedim
Türlü dünya dertleri ile ateşten gömlek giydimse de tertemiz aşkından sarf-ı nazar etmedim, sevginden vazgeçmedim. Sana kavuşma yolunda, beşerî zaaflardan kurtulup bütün iş ve davranışlarımda Senin küllî irâdene teslim olarak benlikten geçtim, nefsime rağbet etmedim, onun isteklerine yüz vermedim.
Gönlümde yaşattığım ve gelecekte gerçekleşmesini istediğim arzularımdan vazgeçtimse de sana kavuşma ümidinden hiç vazgeçmedim. Ayrılık endişesiyle korkarak câhillere, nobranlara el açıp, dil döküp onların iyiliği altında ezilmedim, kendimi borçlu hissettirmedim.
Kendi nefsimden ilgimi kesip, sarf-ı nazar edip öz varlığımın Sen’den olduğunu bildim zîrâ benlik iddiasında bulunduğum sürece zerre rahat etmedim. Bu yolu bilmezden evvel kesret aleminde Sen, ben, gönül, sevdâ, elem ve dert ile meşgul oldumsa da bunlara dair de içimden hiç şikâyet etmedim.
Kulluk (ibadet) mükafatı da, cezası da gerçekte zahidin boş, anlamsız zu’mundan, zannından ibarettir. Havf (korku) ve recâ (ümit) bilmediğim için yani mükâfat beklentim ceza korkum olmadığından ibadetimde herhangi şeyin zannı da yoktur. (İbadet tevhide aittir. Ancak bunun önüne sonuna ceza ve ödül endişesi beklentisi konulursa tevhide aykırılı olur. Yani ikilik ve ikirciklilik ortaya çıkar. Bu hal kulu nihayet kendi zannına yani düalizme kulluğa götürür. “‘Ene ‘ınde zanni abdî bî” diye bir hadis-i şerîf. Ben kulumun zannı üzereyim buyuruyor Cenab-ı Mevlâ. Erbab-ı Hakk herhalde bu zandan da berî. Onlar sâdece Hakk ile Hakk olarak ibadeti aslî yerine raci kılarlar. Bu beyit aslında “Mü’min havf u reca, korku ve ümit arasında olur” hakikatine muhalif imiş gibi duruyor. Lakin, “Ey îmân edenler, Allah’a olması gerektiği gibi îmân ediniz” sırrındaki îmân-ı tahkikî ve ubûdiyyet, bu hâl ve makam sahipleri için korkuyu da ümidi de ortadan kaldırır. Onlar sâdece cemâl-i ilâhîye müştaktır. Mevlâ bizi de kulluğun mükâfât ve mücâzât kaygısından halâs olup zâtı ile hemhâl olunmuş makamını, kendi dilinden anlama ikramını ihsan buyursun.)
Bu can yükü tende olduğundan, imân emanetiyle mükellef olduğumdan beri Allah’a şükürler olsun ki güçsüz, kudretsiz, zayıf bir kimseyim. Kuvvet, güç, iktidar, yetenek bendedir, fail benim gibi bir iddiam olmadı hiç. Fakirler çalışıp emek sarfetmez olmuş, gayret edip çalışanlar ise zengin olmuş. Böylesi bir düşünce insanı çıldırtabilir, Biz bu meseleye akıl sır ermez deyip o yoldan gitmedik. (Bu beyit Efendimizin “Eğer siz Allah’a hakkıyla tevekkül etseydiniz, kuşların sabah aç çıkıp akşam tok döndüğü gibi sizi rızklandırırdı” hadis-i şerifinin bir zuhûrâtıdır. Fakr ve gınayı sadece sa’y’e, çalışmaya yani sebebe hasretmek, müsebbibü’l-esbâbı unutmak şüphesiz en büyük cünûndur. Cünun malumunuz örtmek anlamına gelen cenne kökünden gelir. Aklın örtüldüğu hâldir. Ehl-i Hakk, tevekkülün ötesinde sahib-i tevfiz olurlar. Tüm işlerini Hakk’a tevdi etmiştir. Tevhid-i efal sırrı ile cümle fiilin yegâne fâilinin Hakk olduğunun idrakıyla sebeblere takılıp kalmaz. Belki ubudiyyeti icabı zahiren sebeb ile alakadar imiş görünür lâkin hiçbir sebebe, masivaya gönlünü bağlamaz. Allahu a’lem bi’s-savab.)
İdaresinde ortağı olmayan şu kâinatta, beş duyu ile bilinen, hissedilen âlemde “varlığım bendendir” iddiasında bulunmak ne mümkün. Varlık konusunda Allah’a eş ve ortak koşma gibi bir gaflete düşmedim. Bu cihanın tüm zevk ve kederlerinin tümünü gördümse de bunların hiçbirine takılmadım, nefsimi arka çıkarak sahiplenmedim.
Üzerimde gerek fazilet gerek rezalet bahsinden her ne alamet varsa hepsinden geçmişim üzerlerine düşüp bunlar için de ciddi gayret göstermedim.
Cemâline edip insanı mir’at, kemâl-i hüsnünü seyran eden Dost’un, Osman Kemâli Efendi Hazretimin(himmetleri üzerimize olsun) dilinden zuhur eden işbu mânâsı ile cümle ehibbâya ta’zim ve muhabbetle selâm olsun efendim.