Uykudan önce

Düşünen kimselere,
Allah, (ölen) insanların ruhlarını öldüklerinde, ölmeyenlerinkini de uykularında alır. Ölümüne hükmettiklerinin ruhlarını tutar, diğerlerini belli bir süreye (ömürlerinin sonuna) kadar bırakır. Doğrusu bunda düşünen kimseler için nice ibretler vardır. [Zümer, 42]

Usandım boş yere hep gitmelerden, gelmelerden;
Bırakın uyuyayım, yandım kelimelerden
Uyumak istiyorum; başım bir cenk meydanı;
Harfsiz ve kelimesiz düşünmek Yaradanı.

Allah’ım uykuda dahi beni bana bırakma! Ahvalim meçhuldür, bana da nasib eyle; tadından dem olmuşlara ikramından bir bâde

Uyur idik uyardılar eyvallah hu
Diriye saydılar bizi, eyvallah hu
Canı Hakka teslim ettik eyvallah hu
Ölüye saydılar bizi eyvallah hu
[243. Mestmp3]

[NEV-NİYÂZ ve DEDESİ]

– Cahiliyye devirlerimizde beğenerek dinlediğimiz bir ezgi vardı, bilmem neden bütün bir hafta boyunca dilimizdeydi:
Yürek usulca pas tutar, gelip geçerken günler,
Sevgi uçup gider, güneş ısıtmaz, yürek usulca pas tutar
Terlemez avuçların, düşsüz uykular başlar
Şaşmayı unutursunuz, yürek usulca pas tutar
Fark etmez olmuş olacak, fark etmez akla kara
Fark etmez doğru yanlış, yürek usulca pas tutar

– Bilmemki nerelere takıldınız, uykularınızdan ne haber vardır?
– Fark etmez olmuş olacak, fark etmez akla kara, fark etmez doğru yanlış, yürek usulca pas tutunca… Uykumuzu ve dahi rüyalarımızı kaybettik erenlerim!

İki yıldız arası göğe asılı hamak…
Uyku, uyku… Zamansız ve mekânsız, uyumak.

– Uykuya başlamadan evvel niyet ediyor musun peki?
– Aman dedem, uykunun da niyeti mi olurmuş?

– Canlar, aşk yolculuğunda, seyri sülukunda dâim sefer halindedir… Zira uyku ölümün kardeşidir. Uykudan sonra uyanmak haşr(dirilme) gibidir. Uyku sırasında yarı yarıya alınan ruhun tamamen de alınabilir. Onun için uyurken tedbirli olmak gerekir, çün yolcu, yolda temkin üzere gerektir. Abdestli, tevbeli ve uyandıktan sonra günah işlememeye niyetli olmak gerekir.

– Hz Ali (kv) Efendimiz de: “İnsanlar uykudadır, rüyadadır, öldüklerinde uyanırlar” buyuruyor. Bize biraz uykunun hakikatinden bahsetseniz.
– Önce insanı tanımak gerek. Kalp, eşya âleminin asıllarını gösteren bir aynaya benzer. Hak Teâlâ’nın yaratacağı her şey, yine kendi yaratığı olan Levh-i Mahfuz’da saklıdır. Olmuş ve olacak her şey orada mevcuttur, orada yazılmıştır. Fakat bizim bu gözlerle onu görmenin imkânı yoktur. Levh’in kendisi de bir aynaya benzer. Bütün sûret ve şekiller ona işlenmiş, nakşedilmiştir. Eğer bir aynanın karşısına diğer bir ayna getirecek olursanız, o aynadaki sûretlerin diğer aynaya da aksettiğini görürsünüz. Fakat araya bir perde gerseniz, o vakit ayna görüntü alamaz. İşte kalp de, karşısındaki aynada olanları kabul eden bir ayna, levh de bütün eşyanın kendisinde bulunduğu bir aynadır.

– Perdeler?
– Kalbin şehevi duygular ile uğraşması, onun melekût âleminde bulunan Levh-i Mahfuz’daki şeyleri görmesine engel olur. Eğer bir rüzgar esip de o basiret gözünün önündeki perdeyi kaldırırsa, melekût âleminin sırlarından bazı şeyler, kalpte parlar. Bu bazen devam ederse de, bazen bir şimşek gibi gelip geçici olur. Yine uyanık olduğu müddetçe dünya ile meşgul olduğundan melekût âleminden gafil durumdadır.

– Çünkü dünya, melekût âleminin önünde bir perde teşkil ederler…
– Canlar uykuda iken, melekût âleminden bazı şeyler görebilir. Çünkü uyku, tüm duyuların durması ve kalp ile ilişkilerini kesmesi demektir. Uyku ile hayalden temizlendiği vakit, Levh ile kendi arasındaki perde kalkar. İki ayna arasındaki perde kalktığında, diğer aynada olan şeylerin bazısı öteki aynaya nasıl aksediyorsa, kalp ile Levh arasındaki perde ortadan kalktığıda Levh’ten bazı şeyler de kalbe aks eder. Uyumakla duyuların işlemediğini söylemiştik. Fakat uyku, her ne kadar duyulara engel oluyorsa da, hayal kuvvetinin hareket geçmesine engel olamaz. Hayal kuvveti, Levh-i Mahfuz’dan kalbe aks edenleri hemen alır ve onu bir misal ile hikâye eder. Bu hayalde, saklı olarak kaldığı için, uyandığı zamanda, ancak hayalinde kalan şeyleri hatırlar. İşte rüya tabiri de Levh’ten gösterilen asıllar ile bunun hayalleri arasında güzel bir bağ kurmak demektir.

Aşka susamış olan âşık uyusa bile pek az uyur. Susuz kişi derin uykuya dalabilir mi? O azıcık uyusa da rüyasında ya su görür, ya ırmak kenarında dolaşır, ya testi görür, yahut da su dağıtan bir saka! [Hz. Pir Mevlana]

– Yani düşsüz uykuların başlaması, rüya göremez olmak pek de makbul bir durum olmasa gerek… Peki ya ölüm, yani asıl uyku?
– Ölümün acayip halleri ise anlatmakla bitmeyecek kadar çoktur. Çünkü rüya, ölümün kardeşidir. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “uyku ölümün kardeşidir.” buyurmuştur. Bunun mânâsı, ölümü düşünmek için başkalarının cenâzesinde bulunmaktan daha yakînî bir sûrette, insanın kendi uykusundan ölümün hakîkatini idrâk etmesidir. Uyku; gayb (bilinmeyen, gelecek) âleminin perdesini kaldırmakta (zayıf bir yönden de olsa) ölüme benzediğinden bu sayede gelecekteki olanları insan bilebilmektedir. Peki, ya tamamen perdeyi yırtıp ortadan kaldıran ölüme ne dersiniz? İnsan ölür ölmez, ya türlü azaplarla kuşatılmış olduğunu görür, ya da sonsuz nimetlere garkedildiğini… Ölürken cehennemdeki yerleri münafık ve kâfirlere gösterildiğinde, onlara seslenilir:

“Andolsun ki, sen (dünyada iken) bundan gaflette idin. (habersizdin) İşte aradaki perdeyi kaldırıp açtık. Bugün gözlerin ne kadar keskindir. [Kâf, 22]

– Uykunun niyetini şimdi daha iyi anlıyoruz…
– Peygamber Efendimiz uykunun temiz olması için abdestli olarak uykuya yatılmasını tavsiye etmişlerdir. Bu da, iç temizliğinin bir işaretidir. Zaten asıl olan, iç temizliğidir. Dış temizlik, iç temizliğin kemalindendir. İnsanın içi temizlenip parladığı zaman, ilerde olacak şeyler, kalbin gözü (basiret nuru) ile görülür. Nitekim Efendimize, Mekke’yi fethedip oraya gireceği rüyasında gösterilmemiş miydi?

– Sâhi vahiy niçin uykuda gelmiştir?
– Bu alanda hissin yerleşeceği yer olmasın diye…

– Cânım efendim, ölümün kardeşi olan uykudan önce ve sonra ne yapalım da, uyandığımızda müslümanca yaşamak bize kolaylaştırılsın?
– Günün sonunda “uykunun engin kolları”na giderken yanına yol azığın bulunsun ki perde ötesinden haberlerin sunulsun…

Gece uzundur, uykunla kısaltma onu; gündüz ışıtır; suçlarınla bulandırma, karartma onu. [Hz. Pir Mevlana]

Her kim ki zikr üzere (tesbih, tehlil, tekbir) uykuya giderse, kıyamet gününde bu sözler üzere uyanır, her kim ki gaflet ile uyumuşsa kıyamet gününde gaflet üzere kalkar. [Deylemi, Hadis-i Şerif]

– Efendimin sözlerini iyi anlayasın. Güzel zikirler üzerine uyur kalırsan kıyamet gününde o hal üzere diriltileceksin. Gaflet ile, abdestsiz, televizyon kanalları üzerine boşalmış halde, güneşten sonra uyanırsan yarın Hak divanında gaflet ve pişmanlık üzere kalkarsın!

– Uyku, küçük ölümdür. Her ölenin kefene bürünmesi misali gece de insanları siyah bir örtü altına alır. Mühim olan o örtünün altında kulun Rabbi ile berâber olmasıdır. Kalbimizi uyutmamak için uykunun evvelini ve ahirini dua ve niyazla süslemek gerek. Hz. Peygamber uykudan kalktığı zaman uykulu insan hali görülmezdi yüzünde. Çünkü onun uykusu bedenî bir uykuydu.

– Ne yapmalı?
– Sen yatarken eline bir tesbih al da yat erenlerim

– Tesbih şart mıdır? Zikrederek dalıversek uykuya…
– Olur elbet ama insan üç beş damla kan ve sayısız endişeden ibarettir. Ne yaptığını unutmayasın diye var elindeki tesbih… Andıkça yandığın tesbihler kalbe dolunca kalp, uyku hâlinde bile zikre devâm eder, tevhidin nûru bütün azalara sirâyet edince de bütün mahlûkatın tesbîhini işitirsin elbet..

Biriniz uyuyunca şeytan ensesine üç düğüm atar. Her düğümü yerine sağlamlaştırmak içinde eliyle vurarak, ‘üzerine uzun bir gece olsun, yat’ dileğinde bulunur. İnsan uyanır ve Allah’ı zikrederse, bir düğüm çözülür, abdest alırsa bir düğüm daha çözülür ve bir de namaz kılarsa bütün düğümler çözülür. Böylece kul canlı ve hoş bir halet-i ruhiye ile neşeli bir şekilde, ferah bir gönülle sabahlar. Yoksa mahzun bir kalple, içi kararmış, tembel ve uyuşuk bir halde sabaha çıkar. [Ebu Hureyre’den, Hadis-i Şerif]

– Şeytan işte, acizdir aslında; mertçe çıkmaz insanın karşısına, sinsi planlar kurar hep!
– Çaresi Efendimizin buyurduğu gibidir. Sen de uyanık ol cancağazım.

Allah, geceleyin müslüman kuluna ruhunu iade ederse(uyandırırsa), Allah’ı tesbih etsin. O’nu temcid etsin ve O’ndan mağfiret dilesin. Eğer böyle yaparsa, o kulun geçmiş günahları mağfiret olunur. Şayet o kimse kalkar, abdest alır, namaz kılar ve sonra Onu zikrederse, O’ndan mağfiret diler ve O’na dua ederse, kabul olunur. [Ebu Hureyre, Hadis-i Şerif]

Ey karanlık geceyi uykuda geçiren mümin! Dua zamanı geldi; haydi, kalk! Ey kötülük etmeyi adet edinmiş nefis; ibadet etme, iyilik etme zamanı geldi! Pencereden bak; tövbe kapısını aç! Evi tertibe koy, düzelt! Haydi, durma; bizim nöbetimiz geldi! Suçtan, kötülüklerden neden temizlenemiyorsun? Günahlardan ellerini yıka, yüzüne su vur; abdest al, namaza durma zamanı geldi! Seni mezara koydukları, lahitte yüzünü kıbleye döndürdükleri zaman, hayatta şu karşında duran kıbleyi hatırlarsın ama, namazını kılamadığın, kazaya bıraktığın için içinin yanmasından eline ne geçer? Sen şimdi hayatta iken bu kıbleden bir nur, bir ışık ara, bir ışık elde et de, o nur, o ışık senin kabrini ışıtsın, aydınlatsın! Allah’ın nuru gelince kabir, bir gül bahçesi olur! [Hz. Pir Mevlana]

Yâ Rabbi! Bir taraftan istirâhat iklîmiyle bedeni, diğer taraftan vuslat ve rahmet iklîmiyle rûhu engin ve müstesnâ bir lâhûtî huzûra kavuşturan geceleri kulluk vecdi içinde geçirebilmeyi nasîb eyle! Bir gece hükmünde olan şu dünyâdan bizleri de Sen’in rızâna ermiş bir âşık-ı sâdık olarak âhıret sabâhına ulaştır ve vuslatının lezzeti ile mütelezziz eyle!

Muhabbet-i Ehli beyt-i Mustafa üzerlerimize sâyebân,
Vakt-i şerif, sebeb-i gufran, aleme bayram olan Cuma,
ömür ve şahsiyetlerimiz, ahir ve akibet, zahir ve batınlarımız hayrola, aşk ola, aşk ile dola,
Aşkullah, Muhabbettullah, Marifetullah,
Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola erenler

Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,
sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .

Sözü çok olanın, yalanı dahi çok olur imiş;
Yüksek müsaadelerinizle

Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin
Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da
huzur bulasınız efendim