“Öteki”ne endeksli bir hareket olarak: İslami düşünce

Bir hedefte muvaffâk olabilmek için o hedefin Muhammedî olması gerektiği kadar, o hedefe varmak için kullanılacak metodun da Muhammedî olması gerekir.

Söze, ilâhî nizâmın, kâinatın gözbebeği olan insana ve onun hayatına verdiği değerden bahsederek başlamak dileriz: “Haksız yere bir insanı öldürmek, bütün insanlığı öldürmek gibidir, bir insana da hayat vermek, bütün insanlığa hayat vermek gibidir” buyuran çağlar ötesi vahyin anlamı ne kadar kapsayıcı ve derindir. Hz. Peygamber’in yol ve gidişinde insan, ölüsüyle, dirisiyle sırf “insân” olduğu için hürmete ziyadesiyle lâyıktır. Bir gün Hz. Peygamber, bir cenaze geçerken ayağa kalkıyor. Sahabe, cenazenin bir gayr-i müslime ait olduğunu, ölenin bir Yahudi olduğunu söylüyor. Hz. Peygamber de ölümün düşündürücü olduğunu, kim olursa olsun ölenin bir insan olduğunu, saygı göstermek gerektiğini oradakilere telkin ediyor. Hz. Peygamber”in bu davranışı tarihte emsali olmayan ince bir duruştur.

Hz. Peygamber’in gönlü, kim olursa olsun, insan olarak dünyaya gelmiş birisinin inançsız ve müşrik olarak ölmesini de razı değildir. Nice eziyet ve hakaretlerini gördüğü azılı düşmanlarının bile imansız olarak bu dünyayı terk etmelerini istememiştir. Nitekim, Bedir savaşında ölen müşriklerin insan onuruna halel gelmeyecek şekilde gömülmelerini emrediyor ve müşriklerin gömüldüğü çukurun başına gelip, ölülerin ve babalarının isimlerini birer birer söyleyerek bir hitapta bulunuyor. Bu hitabında, herkesin beklediği ve diyebileceği bir söz olan “Cezanızı buldunuz, Allah sizi kahretti, sizi nasıl hakladık, oh oldu” gibi şeyler söylemiyor. Kendisinden çok çektiği İslam düşmanı Ebu Cehil’in de içinde bulunduğu bu müşrik cesetlere hitaben mealen şöyle buyuruyor: “Siz Allah’a ve Resûlullah’a itaat etmiş olsaydınız, itaatiniz sizi sevindirir miydi? (Elbette sevindirirdi) Ben size demedim mi? Keşke beni dinlemiş olsaydınız…. Müşrik olarak öldünüz de iyi mi oldu! Şimdi, Allah’ın ve Resûlünün size va’d ettiği şeyi hak ve gerçek olarak buldunuz mu?” O’nun bu hitabının, cihan tarihinde bir benzeri daha yoktur…

Açılan bu pencereden sonra, kimi zaman dinî değerlere yönelik aşağılayıcı nitelikte olan ifadelere karşı Müslümanların tepkilerine dair Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç hocamızla yapılan röportajdan bir bölümü sizlerle paylaşmak isteriz:

islam_sanati

– Bazı düşünce anarşistlerinin İslam’a ve onun değerlerine yönelik tahkir ve tahakkümlerine karşı Müslümanların tepkisi ne olmalı sizce?
– Her şeyden evvel Müslümanların tepkisel tavrı rahatsız edici. Müslüman, bir harekete dış tesirin tahrikiyle başlamaz. Ben varoluşumu ortaya koyarım, insanlar bundan hoşlanırlar veya hoşlanmazlar; ötekine bakarak kendini biçimlendirmenin ciddi bir hata olduğunu düşünüyorum. Bir karikatür dergisi sizin dininizle alay edecek ve siz onun üzerine ayaklanacaksınız, sokaklara döküleceksiniz, hatta bu tepkiyi dile getirirken birbirinize girip 40 kişiyi öldüreceksiniz! Bu tepkiyi dile getirişte ciddi bir sorun var. Demek ki biri bizi tahrik etmese bir şeyler söyleyecek değiliz. Başkasının müdahalesi olmadığı zamanlarda uyku modunda olan, “öteki”ne endeksli bir hareket hâline getirdiler İslami düşünceyi. Bu zihniyette İslam, ancak “kâfir”lerin zıttı olarak çalışan bir sistem. Biz böyle değildik, klasik İslam anlayışında küfre ve kâfirlerin yapıp ediş tarzlarına göre hareket etmezdik. Kendi eğitimimiz, felsefemiz, estetiğimiz, şiirimiz, edebiyatımız vardı; bunları ortaya koyardık. Şu an İslam dünyasının hatası bence kendi varoluşuna ait şeyleri ortaya koymaktan ziyade, “öteki”nden gelecek tenkidi bekleyip, cevap moduna girmek. Fakat siz her ne kadar bahsettiğim Müslümanca duruşu, bir medeniyet içinde estetize olmuş İslam’ı ortaya koysanız da, bazıları sizi tenkit etmeye devam edecektir. Verilecek en güzel cevap, dine hakaretin edildiği bu “değerler sistemi”nin açmazlarını göstermek ve bütün dünya insanlarının manevi bunalımlarına cevap verebilecek İslam maneviyatını ortaya koymaktır. Bir zamanlar ABD ve Avrupa entelektüellerini etkileyen bir İslam maneviyatı vardı, bu en güzel cevaptı Batı’ya. İhtida eden, eserler yazan, Müslüman olmasa bile İslam’a hayranlığını dile getiren insanlar vardı; bunun en güzel örneği Annemarie Schimmel… Schimmel son kertede Müslüman olmamış olabilir, Allah bilir, ama İslam kültürüne birçok Müslümandan daha vakıf, Allah’a imanının ve Hz. Peygamber’e saygısının yanında İslam maneviyatına, kültürüne, zarafetine iman etmiş bir insandı. Onu sıradan bir “kâfir” olarak tanımlayamazsınız.

– İslam geleneğinde dine hakaret nasıl karşılanmış, buna nasıl tepki verilmiştir?
– İlk dönemde Peygamberimiz yapılan hakaretlere hep merhametle mukabele etmiş ve hakaret edenlerin seviyesine inmemeye çaba göstermiştir. O mübareğin sırtına hayvan dışkısı koyduklarında, “Bir yumruk da ben çakayım!” demedi, aldı o pisliği bir kenara koydu. Taif’te taşladıklarında, “Onlar bilmiyorlar.” dedi. İlk dönemde Efendimizin çektiği eziyetlere, hep sabırla yaklaşması sayesinde kazandığı çok insan var. Onu öldürmeye gelenler onda dirilirdi, en başta Hz. Ömer Efendimiz… Hz. Peygamber için o kadar kötü düşünceye sahipken, Efendimiz Ömer’i kazanma yoluna gitmiştir. İslami tavır, son noktaya kadar merhametle yaklaşmaktır. Lakin bunun kırmızı çizgisi vardır. O da izzet ve vakarı müdafaa noktasıdır. Efendimizi merhametli yaklaşımına rağmen ömür boyu taciz ettiler. Israrla, ikazlara rağmen ve uzun dönem -20 yıl boyunca- melanetini kusmaya devam eden, sadece sözlü değil fiziki olarak da Müslümanların önüne çıkan, namaza gidenlerin yolunu kesen, tehdit ve hakaret eden insanlar oldu. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Şu 10 ismi veriyorum, bu kişiler tövbe etseler bile yanınıza almayın.” demiştir. Bir diğer husus da şudur: Müslümanlar hakaret durumunda bireysel bir tavır alamazlar, yani 16-18 yaşında bir delikanlı, “Benim dinime hakaret edenleri gidip bombalayayım.” hükmünü veremez. Din ile ilgili gelişme ilgili merciye iletilir. O merci, -şeyhülislam mı ya da İslami temsil kurumu mu her kimse- ikazda bulunur. Fakat üç beş kişinin “Allahu ekber” diyerek bilet kesmeye soyunması İslam’a aykırıdır. Bir karikatür merkezine saldırıp, yanlı yansız herkesi öldürdüğünüzde İslam’ın muazzez yönünü kontrolsüz tavırlarla zedelemiş olursunuz. Yapılan saldırılar sonucunda Batı’da bütün düşmanlıklara rağmen varlığını sürdüren olumlu İslam imajının yerine “terörist Müslüman” imajı hâsıl oldu. Burada ben çuvaldızı biraz da kendimize batıracağım: Biz nasıl emredildiysek o şekilde olmak zorundayız, ama vakıaya baktığınızda ortada masum insanları İslam adıyla öldüren bir terör örgütü var. Bunlara düşünsel anlamda müsamaha gösterilmesi kabul edilemez. Müslüman cemaat bunlarla irtibatını kopararak, bu zihniyeti dışlayarak cezalandırmalıdır. 11 Eylül’e kadar sanatımızla, edebiyatımızla, sufi konserleriyle dünyayı kuşatmışken, şiddet yanlısı insanlar bu damarları kestiler. İngiltere, ABD ve Fransa’daki kitap evlerinin raflarında İslam tasavvufuna dair binlerce kitap varken, 11 Eylül’den sonra hepsi kesildi. O yüksek akım bu genç ve cahil arkadaşları kullanarak çok başarılı bir proje gerçekleştirdi, olumlu İslam imajını yıkmış oldu. Öte yandan Müslümanların hâlâ ciddi manada ortaya bir varlık koyamadığını görmekteyiz.

– İslam kültüründe hicvin yeri nedir?
– Hakaret içeren alaylar hiçbir gelenekte, dinde, kültürde uygun görülmemiştir. Kimse kendisiyle alay edilmesinden hoşlanmaz. Ama sert köşeli ifadelerin haricinde kırçıllı alanlar da var. Bu alanlarda insanlar birbirlerine latife yaparlar. Latifeli bir anlayış hayatı estetize eder ve bunun dinde de yeri vardır. Mesela Hoca Nasreddin bir fıkıhçıdır, ama mizahında derin bir felsefe yatmaktadır.

Hz. Peygamberin latifeleri bulunmaktadır. Sahabeden birine, “Gel buraya uzun kulaklı.” demiştir. Yaşlı bir kadını gördüğü zaman, “Teyze biliyor musun yaşlılar cennete giremeyecek.” demiştir. Üzülen teyzeye ise hemen ardından, “Çünkü cennete girdiğinde bu hâlinle değil, 33 yaşındaki hâlinle cennette olacaksın.” demiştir. Hz. Ebu Bekirle şakalaşmaları söz konusudur. Tasavvufta latife yapan şeyhler vardır. Bunlar güzelliktir; şahsiyet zedeleyici, tahkir edici ifadelere zaten şaka denemez. Saygı sınırını aşmayan, hakarete varmayan latifeleşme İslam’ın zenginliği, şu anki modern Müslümanların da eksikliğidir. Efendimiz’in İslam’ı alay konusu yapanlara karşı tavrında dönem dönem değişiklikler olmuş mu? Ben bir farklılık olduğu kanaatinde değilim. Güçsüzken “eyvallah” demek, güçlüyken başka davranmak peygambere yakışmaz. Onun asli tavrı her zaman için neyse oydu. Ama tekrar ediyorum, burada stratejik anlamdan ziyade, saldırının tahammül sınırlarının ötesine geçmesi ve ikazlara rağmen ısrarla devam etmesi şartı aranıyor. İnsan kızgınlık neticesinde bir hakarette bulunabilir. Bizim Adana yöremizin küfürlerinden birisi hâşâ Allah’a sövmektir. Oradaki yanlış kültür, zaman içerisinde bu cümleyi anlamından o kadar saptırmış ki 5 vakit namazında olup bu küfrü eden insan tanıdım ben. Bu durumlarda kişinin hiddetten çıkması beklenir. Sonra, “Kardeşim belki senin ağzından çıkanı kulağın duymuyor, ama sen az evvel şöyle bir cümle sarfettin. Bu çok büyük bir söz.” diye ikazda bulunulur. Hakaret edenin hemen biletini kesmek Peygamberi tavırla da uyuşmuyor. İlk çıkarılan kart hiçbir zaman ceza hukuku değil. Bazı dinî cemaatlerin kendi dinlerine yapılan hakaretler konusunda sessiz ve tepkisiz kalmayı bir strateji olarak belirlediklerine şahit olunuyor. İslam geleneği dikkate alındığında, “tepkisizlik” en büyük tepki olabilir mi? Tepkisizlik bir tepki olabilir. Tepkilerini ortaya koyanlar doğru tepki mi gösteriyorlar ona bakmak lazım.

hebdo

Karikatür Danimarka’da çizildi, Pakistan’da protesto eylemlerinde Müslümanlar birbirlerini öldürdü. Böyle tepki yerine tepkisizlik daha iyi. En güzel tepki düzgün, asil, vakur, ciddi, bireysel olmayan, felsefenle, medeniyetinle vereceğin tepkidir. Yaşadığın yere sanatını getir, edebiyatını getir; ancak yaşadığın yere Hafız’ı getirirsen Goethe’yi kaparsın. Ama getiremeyip üstüne bir de sürekli karşındakine “kâfir” dersen çatışma kültürünü beslemiş olursun sadece. Ben Müslümanların bu hakaretleri ciddiye almamalarını, onları kendi içlerinde mahkûm etmelerini öneriyorum. Charlie Hebdo 1 milyon baskı yaptı, kimse bilmezdi bu dergiyi, şimdi hepimiz Peygamberimize yönelik o pis karikatürü görmüş olduk. Kale almamak, hakareti kendi içine hapsetmek en güzel cevap. Bu cevabı Schimmel, Guénon, Martin Lings gibi insanlar verdi. Bizimse bir İslam şairimiz yok Avrupa’da, romancımız, filozofumuz, tarihçimiz yok. Bunları çıkarmadığımız sürece hayıflanmanın bir anlamı da yok. Tepkisel davrananlar, kendi varlıkları olmayanlardır.

***
Eğer yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar sırf zandan başka birşeye tâbi olmazlar ve onlar yalan yanlış söyler dururlar. [En’âm:116]

… Defalarca böyle tecrübelerden geçmiş olanların bildiği şeyi ben de biliyorum; bugün kim ok işaretlerine bakarak yön değiştiriyor ve sesini, öfkesini, nefretini şuursuzca yükseltiyorsa, bilsin ki, kendisini kimseye hayrı olmayan bir cepheleşmenin tahkimat malzemesi kılıyor. Bir gün onu orada bütün kullanılıp atılmışlığı ve kendini çoğaltan kalp kırıklıkları içinde bir savaş artığı olarak bırakıp gidecekler. Şuur, biriktirilmesi gereken bir şeydir, tarihsiz, derinliksiz, idraksiz olmaz. Rüzgar nereden ve hangi şiddetle eserse essin, örselenmek pahasına kendi öz duruşuyla karşısında durabilen, sürüklenmemek için ruh köklerine sıkı sıkıya tutunabilendir insan!

… Ve dedeme yazıyı okuyunca hışımla buyurdu:
Biz böyle değildik evlâdım… yahu ne ince adamlar gelip geçmişler biz nasıl kaybettik bu hazineyi ki neyi kaybettiğimizden dâhi haberimiz yok
Ef’î nigâh o sûfi-i nâ-sâf-tıynetün
Misvâkı ile başını ezsem ura ura
Engerek yılanı bakışlı, kötü, habis nazarlı, mayası saf olmayan sufinin, başını misvak ile vurarak ezmek gerek…
(Başını ezmek: Birini kımıldayamaz, canlanamaz ve kötülük yapamaz duruma getirmek)